Bir okulun bahçesinin dışında durunuz. Bir müddet bekleyiniz. Zil çaldığında öğrencilerin koşarak okul bahçesine çıktıklarını, zil çalınca da sınıfa gittiklerini görürsünüz. Umudumuz olan çocukları zil ile yönlendirmekte, zil ile geleceğe hazırlamaktayız. Okul zilleri bana hep Ivan Petroviç Pavlov’u ve onun köpek deneyini hatırlatır.

Pavlov, aç bir köpeği ses geçirmeyen bir odaya yerleştirdi. Deneye başlamadan önce, bir şekilde köpeğin salyasının ağzından dışarı çıkmasını sağladı. Daha sonra da çıkan salya miktarını kayıt altına aldı.

Deneye geçildiği zaman ise, koşulsuz şartlanmanın oluşabilmesi için köpeğe yiyecek vermeden önce sadece zili çaldı. Başlangıçta köpek herhangi bir tepki göstermedi. Pavlov daha sonra zil sesinin hemen arkasından köpeğe et parçaları vermeye başladı, doğal olarak da köpek salya akıtmaya başladı.

Deneyin bir sonraki adımı ise et parçaları ile zil sesini eşleştirmekti. Pavlov, et parçalarını köpeğe atmaya başladığı anda asistanları da aynı anda zili çalıyorlar, böylece köpeğin algı olarak et ile zil çalmasını eşleştirmesini istiyorlardı.

Bu işlem tekrar tekrar yapıldıktan sonra, zilin çalındığı fakat arkasından et verilmediği zaman da bile köpeğin salya salgıladığı gözlendi. Oysa normalde, köpeğin eti ağzına alınca salya akıtması gerekirdi.

Deney sonucuna göre köpek, sadece kulak kabartması beklenen zil sesine karşı salgı akıtmayı öğrenmiş oluyordu. Bu durumda köpeğe, hiç ilgisi olmayan bir uyarıcı karşısında salya akıtması öğretilmiş oluyordu. Bu olayda et, koşulsuz yani doğal uyarıcıdır. Öğrenciler de okulda bu deneye benzer bir duruma maruz kalmaktadır. Teneffüs zili ile oyun, serbest zaman arasında ilişki vardır. Bu durumda oyun, serbest zaman koşulsuz yani doğal uyarıcıdır.

Çocuklara serbest zaman etkinlikleri için zil çalmak ne kadar doğrudur? Zil çaldığı zaman derse giriş, zil çaldığı zaman dersten çıkış, insanın doğasına aykırı bir durumdur. Çünkü insan biyo, psiko, sosyal bir varlıktır. İnsan makine değildir. İnsana makine gibi davranmak, onun doğasındaki güzellikleri, zenginlikleri yok saymaktır.

Okullarda zilli eğitime geçişin hikâyesi eski değildir. Yaklaşık 120 yıllık bir geçmişe sahiptir. Baş müsebbibi Frederick Taylor’dur. Taylor “Bilimsel İşletme Yönetimi” kuramını ortaya attığında çok popüler oldu. Örgütlere standardizasyon, iş ve zaman etüdleri, parça başına ödeme ve uzmanlaşma gibi yeni yönetsel uygulamaları getirdi. Sanayi devrimi ile birlikte Taylorist yaklaşım dünyada yayılmaya ve uygulanmaya başladı. En çok da fanatiği komünist ülkeler oldu. Lenin ve Stalin gibi Rus liderler, kalkınmanın, üretmenin, verimin merkezini Taylorist yaklaşımda görüyorlardı. Taylor sadece fabrikaları, yönetim merkezlerini etkilemedi, aynı zamanda okulları da etkiledi. Çünkü sanayinin ihtiyacı olan iş gücünün yetiştirilmesi gerekiyordu. Kullanılan makine ve aletlerin etkili ve doğru kullanılması için yetişmiş insan gücüne ihtiyaç vardı. Bu iş gücünün doğru yetiştirilmesi için okulların da standardizasyona gitmesi, standartlaştırılması gerekiyordu. Bu amaçla dersler, ders programları, araç-gereçler, öğretim yöntem ve teknikleri, okulların fiziki mekânları standart hale getirildi. Buradaki temel amaç, iş gücü piyasasının istediği becerilere sahip insan yetiştirmekti. Çocuğun ilgisi, yeteneği önemli değildi. Önemli olan onun standartlara göre eğitilmesi ve istihdam edileceği sektörün beklentilerine uygun olmasıydı. Hümanist eğitimciler bu duruma karşı çıkmasına rağmen, Taylorist görüş baskın hale geldi. Gatto (2001, s. 222) çocuklar okuldan mezun olduktan sonra fabrikalara entegre olabilmeleri için, fabrikalarda olduğu gibi zil kullanılması gerekiyordu. Bu amaçla okullara zil koyuldu. Böylece sektörün istediği iş gücünün tüm nitelikleri, okulda kazandırılmaya başlandı.

Taylorist görüş eğitim sisteminde o kadar etkili oldu ki, Rockefeller 1912 yılında yazdığı makalede: “Bu insanları filozof, alim veya bilim insanı yapmaya çalışmayacağız. Onların arasından yazarlar, hatipler, şairler çıkarmak niyetinde değiliz. Bunların arasından avukat, hakim, savcı, doktor vb. bulmak niyetinde de değiliz. Kendimiz için belirlediğimiz amaç basit olduğu kadar güzel de,,, Çocuklarımızı küçük topluluklar olarak organize edeceğiz ve onlara baba ve annelerinin kusurlu biçimde yaptıkları şeyleri kusursuz biçimde yapmayı öğreteceğiz” (Rose, 2017, s. 19) demektedir. Eğitim sistemi bu bağlamda sektörün beklentilerine göre yeniden kurgulanmıştır.

Oysa eğitimin amacı, iyi insan, iyi vatandaş ve insan-ı kamil yetiştirmektir. İnsan- ı Kâmil; Arapça’da “mükemmel”, “yetkin” insan anlamına gelir. Eğitim yoluyla bireyi yaratışının özündeki o temizliğe, berraklığa ulaştırmak, onun temel becerilerini geliştirmek ve topluma başarılı bir birey olarak kazandırmaktır.

Standardize edilmiş bir eğitim sistemi, aynı ebatta ürünler üretir. Aynı ebatta ürün üretmenin yolu, standart hale getirilmiş eğitim girdileridir. Bu standartlara uyanlar iyi ve mamul madde olarak çıktı olarak sisteme kazandırılırken, bu standartların dışındakiler damgalanarak sistemde düşük ve alt gelir grubunun yaşam biçiminin gelir düzeyine sahip mesleklere yönlendirilmektedir. Pek çok bilim insanı ve mucit standardize edilmiş eğitim sisteminde başarısızlıkla damgalanmış olmalarına rağmen, kendi çabaları ve ailelerinin desteğiyle makus talihlerini değiştirebilmişlerdir.

Standardize edilmiş eğitim sisteminde balıklar uçmaya, kuşlar yüzmeye, filler ağaçlara tırmanmaya zorlanmaktadır. Çocuğun doğasının dışında farklı alanlarda eğitim almaları onları sadece makinanın dişlisi yapar. Birey olarak sevmediği, ilgi duymadığı bir alanda bir ömür boyu çalışmak zorunda kalır.

Eğitimdeki standardizasyon, örgütlerde verilen tabildot yemek gibidir. Herkes için aynı yemek servis yapılır. Çalışanların bir kısmı diyet yapabilir. Bir kısmı şeker hastasıdır. Bir kısmı da kalp rahatsızlığı yaşamaktadır. Standardize edilmiş sistemlerde, hedef kitlenin beklentileri, istekleri ya da özel durumları yönetim tarafından pek fazla dikkate alınmaz. Herkese eşit muamele yapılır. Tabildot yemek, çalışanların bir kısmına hitap ederken diğer kısmı aç kalmakta ya da farklı seçeneklere yönelmek zorunda kalmaktadır. Hümanist yaklaşımda ise her bireye açık büfe servis yapılması istenmekte, her bireyin özel şartlarına göre tercih yapması ve yemek yemesi sağlanmaktadır. Eğer okulu bu şekilde kurgularsanız, her öğrencinin ilgi, istidat ve kabiliyetine göre dersleri almasını ve gelişimini sağlaması için uygun ortam yaratırsınız. Tabildot eğitim sistemi, standart merkezi sınavlar yaratır. Türkçe öğretmenine hayatının hiçbir evresinde kullanmayacağı türevi, limiti ve integrali dayatır.

Sonuç olarak standardize edilmiş eğitim sitemi Taylorist bakış açısıdır. Bu model konfeksiyon eğitim sistemi modelidir. Herkes 54 beden 4 drop değildir. Aşırı zayıf ve uzun boylu, aşırı şişman ve kısa boylu, normal kilolu fakat kısa boylu insanlar vardır. Her bireyin isteği, beklentisi farklıdır. Bu sebeple eğitim kurumları açık büfe servis sunmak zorundadır. Dersler seçmeli olmalı ve öğrenci dilediği dersi seçebilmelidir. Standart ders programı, standart müfredat çocukların gelişimlerinin önündeki en büyük engellerden birisidir. Zil ile derse girip zil ile dersten çıkan bir çocuk, otokontrol sistemini geliştiremez. Okul binasının dış yüzüne, sınıfa, koridorlara asılacak saatler, çocukların zaman algısını geliştireceği gibi kendisini kontrol etme becerisine de katkı sağlar. Ayrıca esnek ders saatleri ve sınıf dışı etkinliklere de uygun ortam yaratır. Unutmayalım ki, her birey yaşamında özgür olduğu ve özgür kaldığı sürece daha üretken, daha yaratıcı ve daha mutlu olacaktır. Ayrıca her birey kendi gelişiminden kendisi sorumludur

Kaynakça

Gatto, J. T. (2001). The undeground history of American education. New York: Odysseus Group

Rose, T. (2017). Ortalamanın sonu. (T. Göbekçin, Çev.). İstanbul: Paloma

Prof. Dr. Necati Cemaloğlu