Kamudanhaber - Özel Haber

Mevlana'nın bir müslümanın dünyaya bakışını ifade eden pergel metaforu diye isimlendirilen harika bir anlatımı vardır. Mevlana şöyle der: "Pergelin iğneli ayağı sabittir benim dinimde, ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşırım". Pergelin iğneli ayağını kendi kültürel kodlarımıza sabitleyip diğer ayağıyla evreni dolaşarak, tüm evrenle barışık bir şekilde değerlerimiz üzerinden yeniden yükselmenin tarifidir bu…

Hayata değerler penceresinden bakıp yaşamını bu doğrultuda sürdüren, bir felsefesi, vizyonu, duruşu olan saygıdeğer insanlar vardır. Bu kişiler duruma göre bulundukları ortamın şeklini almazlar. Hayata, doğaya, insana, hayvana, böceğe, çiçeğe değer verirler. Bütün canlıların varlık sebebinin yaratıcının bir hikmeti olduğunu bilirler. Yunus Emre’nin “Hor bakma sen toprağa, toprakta neler yatar. Kani bunca evliya, yüz bin Peygamber yatar.” sözlerini bir yaşam biçimi haline getirirler. Bu değerler hayatlarının bir parçası haline gelmiştir.

Bunun yanında; dostluk, vefa, hak, hukuk, insani değerler v.b. kavramları zedelenmiş, makamları yükseldikçe karakter aşınması yaşayan kişiler de vardır bu hayatta. Bu kişiler de hayata ve insanlara sadece kar-zarar, fayda-yarar penceresinden bakarlar. Hayata yalnızca menfaat paradigmasından bakabilen bu kişilerin insanlara, olaylara yaklaşımları ve tüm ilişkileri strateji, taktik, teknik merkezlidir. Konjonktür değişimi ile birlikte stratejik önemini kaybedenlerin onların gözünde artık bir değeri de kalmaz. İnsani değerler, dostluk, vefa, dayanışma, erdem, yardımlaşma, uzun vadeli projeler, yaşam felsefesi, vizyon, misyon, ilke, duruş v.b. kavram ve tutumlar bunların nezdinde geçer akçe değildir. Bu sayılanlar onlar için sadece imaj oluşturma amaçlı algı oluşturulabilecek kavram ve materyallerdir. Hayat bunlar için her gün yeni bir kazanım elde etme tiyatrosunun provasıdır. Kimin ve neyin kazanımı? Sorusu burada anlamını yitirmektedir.

Bu pencereden bakınca Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’un sahiplendiği köpeğin isminin ‘’Pergel’’ olmasındaki manayı da, gökte uçan kuşun selamını almasını da, okul zilini telefonunun zili yapmasını da, böcek, çiçek paylaşımları yapmasındaki gayeyi de anlamalarını beklememek gerekir…

Bir köpeği sahiplenmenin verdiği mesajın minik yüreklerde yarattığı tesir ya da "Mevlam ayrılık vermesin gökte uçan kuşa Leylam" diye türkü yakan Neşet Babanın derdi değildir, bunların derdi… Bu yüzdendir gökte uçan kuşa düşmanlıkları... Bunun ardında yatan felsefeyi, vizyonu da anlamazlar. Stratejik değeri yoksa anlamak da istemezler. Çünkü; kadrolaşma, siyasi pozisyon avantajı sağlama, kazanımları! sağlama alma dışında bir dertleri, düşünceleri yoktur. Yıllardır tüm mevzuat, müfredat ve kadro değişikliklerine rağmen eğitimde bir türlü istenilen başarıya ulaşılamamasının nedenlerinden birinin de eğitim felsefesinin eksikliği olduğunu anlatamazsınız bunlara… Eğitimi ve toplumsal değerleri unutup öğretime saplanan okulları tekrar değerlerle buluşturma çabası için atılan adımların da bir değeri yoktur onlar için... Önemli olan; stratejik, taktik hamleler ve amaca matuf güya teknik raporlarla siyaseti, siyasetçiyi, bürokratı manipüle edip koltuk kapmaca oynamaya devam edebilmektir, şu fani dünyada. Gelinen noktada hırs, entrika, koltuk, kazanım sarmalında; eğitimi iyileştirme, hakkı tutup ayağa kaldırma, güçlünün değil haklının yanında olma ilkeleri artık alıcısı olmayan kuru bir slogana dönüşmüştür, imaj pazarında…

Çünkü artık işleyiş; siyasi/bürokratik güç, iktidar ilişkileri düzlemindedir. İlkelerle değil, ilişkilerle yol yürünmektedir. İlişkilerle yol yürünebilmesi içinde koltuk sahibi kadrolar lazımdır. Değerler ve erdem merkezli tutumlar yerini kişisel ilişkilerle günü kurtarma, eldeki kaleleri tutma çabasına dönüşmüştür. Bu yolda giden gitmiştir, kalan sağlar bizimdir düsturuyla yoldaki engellerin imhasına yönelik itibar suikastleri de rahatlıkla mübah görülebilmektedir. Kadrolaşmada önlerine çıkan engellere yönelik kızgınlıklar öğretmeni savunma kisvesi altında anlamsız fevri çıkışlara dönüşür. O kadar ki; öğretmen odalarının fiziki şartlarının iyileştirilmesi dahi eleştiri konusu yapılır. Oysa referans olunan müdürler velilerin ödediği aidatlarla kendileri de devletimizin ödediği aidatlarla adeta hanedan odalarını andıran şatafatlı makam odalarına sahiptirler. 

Hayata ve insanlara strateji, taktik, teknik açıdan bakanlara bir not:

Dino Buzatti, Tatar Çölü Romanında Teğmen Drago isminde bir karakterden bahseder. Ülkenin ücra bir köşesindeki bir kaleye komutan olarak atanan Teğmen Drago önceleri bu kaleden kurtulmaya çalışır. Bunu başaramayınca da yaptığı işi gereğinden fazla önemsemeye, herkesi de buna inandırmaya çalışır… Bu durum öyle bir patalojik hal alır ki, neredeyse ülkenin özgürlük ve bağımsızlığının o kaleden geçtiğine inanmaya başlar. Teğmen Drağo kendini, başka dünyalara kapayıp; askerlerin birbirine sorduğu parolanın gizi içerisinde kaybeder. 

Strateji ve taktik merkezli yol yürümeyi kendilerine mihver edinip, geldikleri yere nasıl ve kimlerle geldiklerini unutanlar; konjonktür değiştiğinde de çöle düşen kalenin stratejik öneminin kalmayacağını akıllarından çıkarmamalıdırlar.

Ne bulunduğunuz yer Tatar Çölü! Ne de yaptığınız iş parola sormak! 

Ama pergelin diğer ayağını açmazsanız düşeceğiniz yer kesinlikle Tatar Çölü’dür. 

Kasmayın! Rahat olun…