Makam, mevki aşıklarının en büyük özelliği, kendini vazgeçilmez sanmak. Halbuki mezarlıklar kendini vazgeçilmez sananlarla dolu. Onlarsız da dünya dönmeye devam ediyor, insanlık da ilerleme ve gelişmeye.

Milyarlarca galaksinin içinde bulunan, küçük bir gezegendeki küçücük varlığı ve onun dağlar kadar büyük egosunu terbiye etmek ne mümkün. Hele para, makam-mevki görsün, hasır üzerinde yatan peygamberin ümmetinden, “evliyalığa” soyunanları bile en lüks araçlara binmekten, en lüks evlerde oturmaktan utanmıyor; kuru söylemlerini istisna tutarsak fakiri, ezilenleri unutuyor, görmüyor.

Her yapının/örgütün mutlak kaderi firavunlaşmak galiba. Servetlerini katladıkça azgınlaşmak. İslam gibi eşitlik, adalet, hakkaniyet, merhamet, fakiri, yetimi gözetmek gibi temel değerleri ön plana çıkaran bir dinin mensupları, gelişinin üzerinden bir asır bile geçmeden dinlerini saltanatlarına alet etmekten çekinmemişler. Kardeş kanı akıtmaktan da. Tıpkı firavunlar gibi makam, mevki, servet için.

Şımarmak, firavunlaşmak, tepeden bakmak, kendini vazgeçilmez sanmak bir yapıyı yok oluşa götüren en kısa yol. Aklını başına almayan, geldiği yeri unutanlara, Karunları, Firavunları hatırlatmaktan başka elimizde çare de yok. FETÖ örneği hafızalarımızda canlılığını korurken, insanoğlu nasıl da unutkan olabiliyorlar. Devleti eli geçirmeye çalışan yapının elemanının bana “bizim referansımız olmadan bir Allah’ın kulu Ankara’da göreve gelemez.” dedikten iki yıl sonra yerle bir olduklarını, toplumun içine çıkamayacak hale geldiklerini gördüm ve insan denen mahlukun o an içinde bulunduğu durumun nasıl gözünü kör ettiğine şaştım.

Her hızlı yükselişin, hızlı düşüşü olur. Düşüşün süresini temel insani değerlere verilecek önem belirler. Eşitlik, adalet, hakkaniyet, ezilenlerin yanında olma erdemlerini gösteremeyenler, göstermedikleri erdemlere bir gün mutlaka muhtaç olacaktır. Bundan önce böyleydi, bundan sonrada böyle olacaktır.

Dün kapı kapı dolaşan, herkesle içli dışlı olan, sendikalarına üye kaydetmek için tatlı dil dökenler, güler yüz ve tevazu maskesini çok çabuk çıkardılar. Artık onlarında sarayları var. Elini kolunu sallayıp, Allah’ın selamı ile içeri giremezsiniz. Son model arabaların önünde durduğu sendika binasının önünde güvenlik görevlileri, randevusuzları geri çevirmekle meşgul. Dert dinleyenleri, külahlarına anlattığınız dertlerinizi, can kulağı ile dinlermiş taklidi bile yapma gereği bile duymuyorlar. Devletin kasasından ödenen sendika aidatları ile ödenen yüklü maaşları mı onları şımartan, yoksa arkalarında olduğunu sandıkları örgütlü güç mü? Öyleyse mutlak güç ve hikmet sahibine inançları sadece söylemden mi ibaret?

Merkezin duruşu elbette sahaya yansıyor. İl ve ilçe temsilcileri de kendilerini ilin valisi gibi görmekten alamıyor. “Kızım Fatıma dahi olsa gerekeni yaparım.” diyen peygamberin ümmeti olanlar, işlerine gelmeyen durumlarda basını kullanarak iftira atma, yıldırma, çeşitli kanallardan baskı kurma, adam kayırma yoluna rahatlıkla girebiliyor.


Ey heva ve heveslerine uyup doğru yoldan sapanlar, Rabbinizin size seslenişini hatırlayın: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.”

Ve yine hatırlayın; “Allah’ın sana bahşettiği zenginlik, kuvvet, güzellik, zeka gibi nîmetlerle şımarıp da, yeryüzünde kibirli kibirli yürüme; çünkü sen, aslında o kadar âciz bir varlıksın ki, ne yerleri yırtıp parçalayabilirsin, ne de boyca dağlara erişebilirsin!”

Mustafa AYGÜN

Eğitimci Yazar

Ajanskamu