Alpaslan Durmuş’u aradım…

Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’ndan alınma sebebini sordum, neden alındınız, anlatır mısınız, dedim.

Anlattı…

-Önce şunu belirtmeliyim ki…

Konu ben değilim, gelişmelerin benimle alakası yok, tamamen teknik bir tartışmanın içindeyiz.

Görevden alınmamı eleştirenler de, alkışlayanlar da maalesef bu noktayı ıskalıyor.

Çok açık söylüyorum…

Bu ülkede dindar ya da seküler insan yetiştirme diye bir önceliğim, bir planım olmadı.

Zira “taşıyıcı insanın” bir işe yaramadığını çok iyi bilirim.

Taşıyıcı insan, zamanla sırtına yüklenen, taşımakla görevli olduğu şeyin bir alt türevine dönüşür, düşünme yetisini kaybeder ve nihayetinde fikren kötürüm olur.

Bizim fikren ve bedenen özgür insanlara ihtiyacımız var.

Hiç kimse kimsenin ihtiyacını görsün diye bu dünyaya gönderilmiyor.

Herkes sınırlarını zorlayacak, ne işe yaradığını görecek, daha sonra ne olması gerektiğine de kendisi karar verecek.

Ülkenin gençlerini, sırf meslek edindiriyoruz, diye “kalıp mezarlara” döküp donduramayız.

Ülkenin gençlerini “kullanışlı alet” yerine koyamayız, buna itiraz ederim ben.

Çünkü ben kimsenin tornavidası değilim, benim çocuklarım da olmayacak, bu ülkenin çocukları da kimsenin tornavidası olmayacak.

Biz kendi ufkumuzu doğuracak, kendi medeniyetimizin ulaşılmaz derinliklerine ulaşmaya çalışacak bir nesil hayal ediyoruz.

Gençler, neye, ne kadar inanıp inanmayacaklarına kendileri karar verecek, böyle şeylere müdahale edip gelişimlerini, görüş alanlarını daraltamayız.

Benim yaptığım şey kalıplaşmış dayatmalara karşı herkes için fikir özgürlüğü teklif etmekten ibaretti.

Eğitim camiasında herhangi bir görevi sürdürsem de, sürdürmesem de bu teklifimin arkasındayım.

Önce eşitliği sağlayacağız…

Nasıl ki fırsat eşitliği var, o halde düşünce beyanında da eşitliği sağlayacağız ki, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlayabilelim.

Sizin gibi düşünmeyenler de olabilir, onları da dinlemeliyiz, onlara da kulak vermeliyiz, dedim.

Sanıyorum bu teklif ağır geldi.

Türkiye’nin eğitim sorunu, salt meslek lisesi sorunu değildir, bunun altını çiziyorum.

Onun için diyorum ki…

Türk eğitim sistemi “kalifiye eleman yetiştiren” bir sistem olmamalıdır.

Türk eğitim sistemi “ara eleman” yetiştiren bir sistem olmamalıdır.

Türk eğitim sistemi “beyaz yakalı işçi” yetiştiren bir sistem olmamalıdır.

Bir ülke üretim modelini oluşturacak düşünce devrimini gerçekleştirmeden “ara eleman” ihtiyacından bahsediyor.

Bu durum size mantıklı geliyor mu?

Kurucu aklı ortaya çıkarmadan terlemeye hazır bir bedene yatırım yapmak ne kadar doğru, söyler misiniz?

Biz, hepimiz…

Kim için, kimler için terleyeceğiz, bunu bilmeye hakkımız var ve bunu sorup öğreneceğiz.

Eğitimden anladığımız şey sadece işsizlik sorunu mu, meslek lisesi sorunu mu?

Milyonlarca tornacı, milyonlarca marangoz, elektrik teknisyeni yetiştirmek midir bütün mesele, bu mudur yani, asırlardır halledemediğimiz dava?

Hiç zannetmiyorum…

Herkes bulunduğu yerde derinleşecek, solu sağı, dindarı seküleri, hiç fark etmez…

Herkes düşünce iklimini genişletecek, alternatifleriyle ilişki kuracak, kendini tanıyacak.

Önce kendini tanıyacak…

Kendini tanıdıktan sonra ayaklarını bu topraklara sabitleyecek, dünyayı dolaşacak, inandığı şeyi sorgulayacak, hesaba çekecek, hakiki aydınlığın peşinde koşacak.

Üstümüzde bir tane gökyüzü var ama o gökyüzünde dalgalanan yüzlerce bayrak var.

Neden bir tane değil, bu bayraklar neyi temsil ediyor, niçin farklılar, üzerlerindeki semboller, işaretler ne anlama geliyor?

Bu bayraklar, ötekilerine gösterilmek üzere göndere salınmış birer medeniyet işaretleridir, hepsi anlam yüklüdür.

Dünyanın devasa bir fabrikadan ibaret olmadığını anlayanların büyük mücadelesinin sembolleridir o bayraklar.

Ben içimizdeki elması, elmasları bulmaktan yanayım.

Yoksa herkesi kömür işçisi olmaya ikna etmek görevlerin en kolayı olsa gerek.

Peki Alpaslan Bey, bundan sonrası için?..

Bundan sonrası için önümüzde üç yol var, gidildikten sonra görülecek, görüldükten sonra anlatılacak üç yol…

“Hayırlı ne ise o olsun” temennisiyle kapattık telefonu…

Faruk AKSOY/YENİŞAFAK