Kamudanhaber- Özel Haber

Eğitim Bir Sen, Ziya Selçuk'un hangi hükümetin bakanı olduğunu unutmuş görünüyor. ‘’Biz sendikayız, karşımızda hangi parti olursa olsun fark etmez.’’ Diyeceklerse: O zaman hangi siyasal zeminde sendikalaşıldığını hatırlamalarında fayda var.

İstanbul Şube Başkanlarının, Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’u ima ettiği izlenimi veren yakışıksız twitleri eğitim kamuoyunda bir hayli rahatsızlık oluşturmuştu. Şimdi de sendikanın tecrübeli Genel Başkan Yardımcısı; parçalanmış ailelerin birleşmesi konusunda il/ilçe emri talebini, sendikanın darbeler karşısındaki onurlu duruşunu adeta yok sayarcasına başka bir Bakanlığın Millî Eğitim Bakanlığına müdahil olması çağrısıyla dile getirdi. Bugüne kadar ilk kez böyle bir konuda ağlayan bebek videosu yayınlayarak yürekleri dağlayan Ramazan Çakırcı’nın bu tavrı fazlasıyla arabesk kaçtı. Keşke aynı tavrı toplu sözleşme masasında da gösterebilseydi.

Parçalanmış ailelerin sorunu herkesin yüreğini dağlayan mutlaka çözülmesi gereken bir sorun. Bunda kimsenin şüphesi yok. Yalnız, Ramazan Çakırcı’nın; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nı, Millî Eğitim Bakanlığına müdahale etmeye davet eden dili; demokratik kişi, kurum ve kuruluşların dili olamaz. Bu dil olsa olsa; Diriliş Ertuğrul dizisindeki ‘’Kurdoğlu’’ veya ‘’Sadettin Köpek’’ karakterlerinin dili olabilir. Biz yine de hüsn-i zan ile buradaki ifadenin maksadını aştığını ve özür açıklaması geleceğini umut ediyoruz.

Bütün bu yazılıp çizilenler dava adına yapılıyor. Ama hangi dava? Neyin davası? Hangi konuları gündemden düşürmenin davası? Cumhurbaşkanı bu davanın savunucusu değil mi ki; atadığı bakan üzerinden yıpratılmaya çalışılıyor? Bakanlığın hangi uygulaması sizin dava dediğiniz şeye ters? Bu davanın tek savunucusu sendikalar ve STK’lar mı? Halk doğrudan temsili demokrasi yoluyla tercihini ortaya koymuşken bazı konular neden zorlanıyor?

Sözün burasında bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek adına; söz konusu sendika için değil, mevcut faaliyette olan tüm sendikalar için konuşalım… Farzımuhal: sendikalar; her hoşa gidilmeyen kişiye hain, satılmış damgası vurabilen noterlik bürosu mu? Sendikadan ayrılanlar dinden de çıkmış sayılırlar mı? Yoksa; din kardeşiniz kalmaya devam ederler mi? Üye olurken sendikaya mı üye olunuyor yoksa Genel Başkan ve Şube Başkanlarına mı üye olunuyor? Yönetimi eleştirenler niçin satılmış oluyor? Yönetimi beğenmeyenler sendikadan istifa etmek zorunda mı? İnsanlar sizden neden korkmalılar?

Haklarında ki; yolsuzluklar, astronomik maaşlar, şatafatlı harcamalar, aşna-fişne konularında kamuoyunu tatmin eden bir açıklama yapmaktan aciz olanlar mı dava adamı?

Sendikacılık ne zamandan beridir yeme-içme, gezme, hayırlı olsun deme, selfi yapıp poz verme sanatı oldu? Mühim adamlarla fotoğraf çektirerek bu benim adamım herkes ayağını denk alsın mesajı mı veriliyor? Sendikacılık bürokrasiye sırtını dayayıp yoksulluk sınırı altında ücret alan memurların aidatlarıyla 15.000 TL’den başlayan maaşlar alıp kamu parasıyla saltanat sürmek midir?

Yazının burasında tekrar Eğitim-Bir-Sen’e dönecek olursak: Ziya Selçuk gerçekten CHP’nin ya da Saadet Partisinin Bakanı olsaydı Eğitim-Bir-Sen’in tavrı ne olurdu acaba? İstanbul’u kaybettirmiş olmayı bir gurur ve başarı sebebi gören Saadet Partisi ve onun Genel Başkan’ına gösterilen saygı Ak Partili Ziya Selçuk’tan neden esirgeniyor?

Sendikayı Kudüs Mitinginde Kılıçtaroğlu, Davutoğlu, Karamaollaoğlu ve İmamoğlu’na vagon, üyelerini de adeta dolgu malzemesi yapar bir görüntü yakışık aldı mı? Muhafazakâr camiada yeni partilerin ortaya çıkmasıyla birlikte Eğitim-Bir-Sen açığa mı oynamaya başladı? Ak Parti’de sendikaya; ‘’Başka sendikalarda var.’’ mesajı verirse ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Bütün bu sorular cevap bekliyor. Kamuoyunun Eğitim-Bir-Sen’den cevaplamasını beklediği çok soru var. Ancak, sendika suskun kalmayı bir strateji olarak belirlemiş görünüyor. Soru soranlara kızdığınız kadar suçlamalara muhatap kalan yöneticilerinize de kızıyor musunuz?

Görünen o ki; Eğitim Bir Sen için önemli olan Bakanın kim olduğu ya da partisi değil kendi çıkarlarına ne kadar uyduğudur. Muhafazakâr camianın önde gelen isimlerinden biri bile bakan olsa, çıkarlara uygun değilse aynı eleştirilere maruz kalır. Örnek mi? Ömer Dinçer…

Çıkarlar dava olmuştur artık.  Burada kilit soru şu: Çıkar kimin çıkarı? Yüzbinlerce öğretmenin çıkarı mı? Profesyonel sendikal kadroların çıkarı mı? Sendikal bürokrasinin çıkarı mı? 

Kimin çıkarı? Kimin davası? Mehmet Akif İnan’ın mı? O zaman… O’na ne derece sadık kaldığınıza da geleceğiz.

Cengizhan TÜRKYILMAZ