Eğitim ki bir ülkenin her türlü gelişme, kalkınma ve ilerlemesinde stratejik sektörlerin başında gelmektedir. Bu durum eğitimin çift odaklı bir yapı oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Eğitim kurumları toplumdan hem etkilenirler hem de çıktıları yoluyla toplumu etkileme şansına sahiptirler.

Eğitim sürecini planlayan, fiziki ve teknolojik alt yapısını tamamlayan ve bunları etkili ve verimli biçimde kullanan ülkeler diğer ekonomik ve sosyal alanlarda da başarıyı yakalayabilmektedirler.

Ayrıca, sistem bu başarıyı yakalamaya çalışırken çocuklarımız ise hayattan başka bir ifadeyle yaşamdan ne bekliyor, nasıl bir dünya, nasıl bir gelecek sorusunu kendine soruyor. Çocuklarımız büyüyüp, gelişirken bunun cevapları da biyolojik, psikolojik, sosyolojik, teolojik ve ekonomik boyutlarıyla farklılaşarak çeşitleniyor. Aslında çocuklarımızın beklentilerine göre sistemde geleceğin Türkiye’sinde bizleri nasıl bir gelecek bekliyor sorusunu sormamız gerekiyor. Çünkü, bu çağda değişimin hızı özellikle teknolojik alandaki gelişmeler çocuklarımızın büyüdükleri günlerde nelerle karşılaşacakları hakkında tahminde bulunmamızı da zorlaştırıyor.

Bugün ise olmazsa olmaz olarak gördüğümüz bilgiler yarın hiçbir anlam taşımayabilir. Tek çare çocuklarımıza nasıl düşünmeleri gerektiğini öğretirken, bilgiye ulaşma ve entelektüel bir bakış açısıyla dünyaya algılamalarını sağlamak gerekmektedir. Daha önemlisi inancını özümsemiş, inancını yaşayan, medeniyet tasavvuruna sahip ve değişimler karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğretmek ve girişimcilik ruhuyla bunu hayata geçirmelerini sağlamaktır.

Bizler dünyayı algılamaya çalışırken 21. yüzyılın başında dünya yeni bir dönüşüm eğilimine girmiştir. Sürdürülebilir kalkınma, yönetişim ve yaşam boyu öğrenme gibi kavramların rehberliğinde gerçekleştirilen bu eğilim, tüm ülkeleri etkilemektedir. Özellikle günümüzde dünya, bir anlamda yeniden kurulmaktadır. Ülkeler peş peşe eğitim ve yönetim reformları yapmaktadırlar. Değişim yeni fırsatlar getirdiği gibi iyi yönetilmediği takdirde tehdit kaynağı da olabilmektedir.

Eğitim sistemlerinin etkili ve verimli olmasındaki temel faktörlerin başında; eğitim yöneticileri, öğretmenler, fiziki mekan ve teknolojik alt yapısının gerçekleştirilmesi gelmektedir. Dolayısıyla, eğitime yapılacak her türlü yatırım bir anlamda toplumun geleceğinin şekillenmesini sağlayacaktır. Bunun için eğitimde her alanda kapasite geliştirmeye ihtiyaç vardır. İnsan kapasitesinin geliştirilmesi ise diğer sektörleri de olumlu yönde etkileyecektir.

Eğitime yüklenen toplumsal anlamlar, değerler, eğitimin amacı ve işlevi ülkeden ülkeye çağdan çağa değiştiği de bilinmektedir. Bu farklılıklar ve görüşler yeni ve birbirinden farklı modelleri ortaya çıkarabilmektedir. Çağlar değişip ilerledikçe insanlığın ve eğitimin hedefleri, beklentileri değişmeye devam edecektir. Değişmeyecek olan hep daha iyiye gitmek, insan olmanın hakkını vermek, herkes için daha özgür ve adaletli bir dünya, kendi ve çevresi için daha iyi yarınlar oluşturabilme ve mutlu olma isteği olacaktır.



Oysa bu dünya geçicidir: Burada olan her şey, gidicidir. Geçici ve gidici olanı, sanki kalıcı ve köksalıcı bir şeymiş gibi görmek, insanın algı melekelerini de, zihin melekelerini de, düşünme melekelerini de ayartmakta, körleştirmekte ve ölümlü olan insan, ölümsüz gibi yaşamakta ve insan olmaya yönelik değerler her gün yok olmaktadır.

Artık bugün eğitim, okulda öğrenilmesi gereken tüm derslerin ve öğretmen etkilerinin toplamından çok daha fazlasıdır. Müzik, sanat ve felsefenin yanı sıra kültür okur yazarlığı, çevresinin farkında olmayı öğrenmek; insanı tanıyıp yorumlayabilmek; küreselleşme, insan hakları, etik ve hukukun üstünlüğü konularında öğrencileri yetişkin hayatına hazırlamak olmalıdır. Öğrenmeyi teşvik edecek fiziksel şartlar, kurallar, roller ve ilişkiler bütünüyle birlikte okulun iklimi, değerleri ve vizyonu iyi bir eğitimin en önemli unsurları olarak karşımıza çıkarken, okullarımızın yapısının doğal olmadığını görmekteyiz.



Hayat döngüsünün çok hızlı olarak gerçekleştiği bir çağda insan yaşamının en önemli parçası olan okulların yapısal şartlarını ve eğitim algısını değiştirmediğimiz sürece gelecek nesillerimiz hem hastalıklı hem daha az yaratıcı olacaktır. İdeal okul yapısını ve kendimize özgü okul modelini gerçekleştiremediğimiz sürece geleceğin dünyasında var olma şansımız olmayacaktır.

Bunun için okula başlama saati ve yaşı yeniden düzenlenmelidir. Bir saat fazla uyku çocukların bedensel ve zihinsel gelişimi için zorunludur. Çocuklar okula yürüyerek gitmeli ve okul servislerinden kurtarılmalı, teneffüsler ve ders saatleri de yeniden gözden geçirilmelidir.



Yaşamla iç içe okul anlayışıyla, bir kısım gelişmiş ülkelerde çok güzel uygulamaları olan doğayla barışık ve doğa dostu okul modeli oluşturulmalıdır.

Bunların yapılması durumunda;

1-Dikkat dağınıklığı azalacak, çocuklarımız enerjilerini boşaltacak ve okulda mutlu olacaklardır.

2-Çocuklarımız daha sağlıklı olacak ve motor becerileri ve fiziksel kapasiteleri yükselecektir.



3-Devamsızlık azalacak ve disiplin kurallarına uyma artacaktır.

 

Okul öncesi ve temel eğitim döneminde de çoğunluğu kadın öğretmen algısına son verilmeli, çocuklar anne himayesi imajından kurtarılmalı ve ayakları üzerinde durmaları sağlanmalıdır.



Bunlara ilave olarak daha az kurallarla özgürlüklere dayalı disiplin anlayışı çerçevesinde, çocuklar ağaca tırmanabilmeli, duvara çıkmalı, bisiklete binebilmeli, yakartop, elim sende gibi klasik bahçede oynanan oyunları oynayabilmelidirler. Ev ödevi minimum olmalı, kitap okutup bir bölümünü anlattırarak çocuğa özgür hareket ve okuma kombinasyonu sağlanmalı, çocuğa verilebilecek en iyi ödevin doğadan toplayıp sınıfa getireceği ve arkadaşlara örnek teşkil edebileceği konular olmalıdır.





Ayrıca, şunu da ifade etmekte yarar vardır. Aklın alanını ve gücünü genişletmek ve bir sorun çözümü için nasıl düşünüleceğini kısacası düşünmeyi çok iyi bilmek gerekmektedir. Düşünme biçimimiz ve becerimiz, yeni ham bilgiyi etkili bir iletişimle alabilmemiz ve onu işleye bilmemiz üzerinde etkilidir.



 

Düşünme becerilerinin geliştirilebilmesi için sınıfta kullanılan zamanın bir bölümü öğrencilere bir konuyu sadece hatırlamaları için değil, bunun nedenini sorgulamaları, tartışmaları ve düşünmelerini sağlamak için kullanmaları bilgi toplumunu aştığımız günümüzde acil bir gereksinimdir.



Ancak, artık zeki çocuklar daha iyi düşünür fikri çok doğru değildir. Zira zeki çocuklar çabuk cevap verme yeteneklerine sahip oldukları için düşünme alışkanlığından oldukça uzaktır.



Öncelikle öğrencilerimize düşünecekleri konular vererek, onları sanatla tanıştırmak, sergilere, fuarlara, müze ve konserlere götürmek gerekir. Onlara gördükleri ve duydukları yaşantılar hakkında düşünmeleri için güdülemek lazımdır. Yine onlara çok sayıda “Eğer… olsa ne olurdu? ya… ise gibi sorular sorarak düşünme egzersizleri yaptırılmalıdır.



Diğer bir düşünme yolu da öğrencilerin kendilerini başkalarının yerine koymamız gerektiği anlayışıdır. Bu başkalarının nasıl düşündüğünü ve hissettiğini anlamaya çalışma alışkanlığı geliştirerek empati duygusunun da gelişmesini sağlayacaktır.



Yazmak eylemi yeterli bilgi birikimini sağlamış kişilerin uğraşısı olmasından öte bir düşünme etkinliğidir. Yazmak, sistematik düşünmeyi kazandırır. Sıklıkla düşüncelerimiz, kağıt üzerine dökünceye kadar karışıktır ve net değildir. Bu durumu dikkate alarak öğretmenlerimiz öğrencilerin geçmiş bilgilerini nasıl yorumladıklarını ve güncel olaylar üzerindeki düşüncelerini yazmaları için teşvik etmelidir.



Edward de Bono “ Bilgi çok önemli; bilgiyi öğretmek çok kolay;bilgiyi test etmek çok kolay;eğitimin büyük bir bölümünün bilgiye dayandığını görmek şaşırtıcı değil “ diyerek, bilgili olmanın düşünebilmeyi bilmekle ilgisi olmadığını ifade etmiştir.



Bilgi düşüncenin malzemesi olmalı ve çocuklarımız düşünmeyi becerebilmelidir. Bunun en iyi örneği olan uluslararası eğitim değerlendirme testi olan PISA' sınavlarında bilgiyi düşünme becerisine dönüştürerek sonuç almaya dönüştüremediği için çocuklarımız başarılı olamamaktadır. Bu sınav sonuçlarına göre, Türkiye'deki öğrenciler bilim, matematik ve okumada OECD ortalamasının altında kalmış ve Türkiye, 72 ülke arasında 50'nci sıralarda yer almıştır.

Ayrıca 4 yılda bir yapılan dünya çapında matematik ve fen eğitim öğretiminin gelişmesine yardımcı olan ve katılımcı ülkelere aşağıdaki soruların cevaplarını bulmasına yardımcı olan TIMSS sınavında da;

Öğrencilerimizin matematik ve fende durumu nedir?

Zaman içinde bu durum iyileşiyor mu?

Durumumuzu nasıl geliştirebiliriz?

Diğer ülkelere göre durumumuz nasıl?

Diğer ülkeler başarının arttırılması konusunda ne yapıyor?

Sorularını sormasını sağlanarak ülkelerin genel durumu ortaya konmaktadır. Maalisef eğitim sistemimiz bu sınavda da çok gerilerde yer almıştır.Öyleyse biz neden başarılı olamıyoruz ve dünya ile nasıl rekabet edebiliriz sorusunu bir an önce kendimize sormamız gerekmektedir.

Çocukların özgünlüğü, temel disiplinlere dayalı özgür hareket etmeleri ve düşünmelerini destekleyen, farklı yaklaşımları, esneklik, orijinallik ve mutlu olmalarını önemseyen, daha önce yapılmamış şeyleri yapabilmelerine fırsatı veren eğitim ortamlarında yetişmelerini sağlamalıyız.

Bunları sağlarken, farklılıklara değer veren, özgüvenli çocuklar ve gençler olarak gelecekle başa çıkıp onu kendi isteklerine göre biçimlendirebilmelerinin mümkün olabileceği inancını vermek olmalıdır. Bu inancı verirken George Orwell’in; “Özgürlük, insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleyebilmektir.”sözünde ifade edilen özgürlükçü gençlerin yetiştirilmesi de gerçekleşmiş olacaktır.

Ülkemizin geleceği oluşturma ve geleceğin dünyasında varolma sorumluluğu

çocuklarımızın eğitim sistemimizden beklentileri çerçevesinde aynı zamanda “Ben insanlığa neler verebilirim?” derken birbirine bakan ve birbirine akan mülk âlemi ile melekût âleminin birbiriyle buluşması, birbiriyle konuşması, birbirini olgunlaştırması yolculuğu olan medeniyete ve özellikle de bizim medeniyetimize neler kazandırabilirim? Nasıl katkı sağlayabilirim? sorusunu soracak gençlere dönüşmesi de eğitimimizin birinci görevi olmalıdır.

Eğitimin misyonunun, kendini ve çevresini tanıyan, anlayıp yorumlayabilen, hemen her alanda iyi bir okur yazar olup bilgiyi nasıl kullanacağını bilen, kendi kendini yönetebilen, eleştirisel düşünebilen, kendini ifade edebilen, kendi kararlarını verebilen, artık kolayca kestirilemeyecek bir gelecekte daha doğru ve adil bir dünyanın gerçeklerini yeniden kurgulayabilecek, özgün, iyi yarınlar başlatabilecek yetenek, yeterlilik , inançlı, kendisiyle ve toplumuyla barışık donanımlı gençlerin yetiştirilmesi gerektiğini biliyoruz.

Sonuç olarak;Çocuklarımız ve insanlığın geleceği için,insanın yeniden insanca bir hayata kavuşabilmesi için girişimci bir ruhla üretime, bilime,özgürlüğe, adalete, farklılığımızı zenginliğimiz haline getirmeye ve daha önemlisi gerçeklerin sesine kulak kesilmeye ihtiyacımız vardır. Yusuf Kaplan’ın dediği gibi;‘‘İlim, bakış"tır. İrfan, akış"tır. Hikmet"se varış. Hâsıl-ı kelâm, ilim, hakikatin toprağa düşürülen tohumudur. İrfan, hakikat ağacının tomurcuklanmasıdır. Hikmetse, filizlenen, yeşeren, tomurcuklanan hakikat ağacının meyveye durmasıdır.’’ anlayışıyla hakikat ağacının meyvaya durmasına acil olarak ihtiyacımız olup, özellikle günümüzde ve günümüz Türkiye’sinde buna katkı sağlamayı bir görev olarak addetmek gerekir.

Geleceğin Türkiye’sinin gençlerinin yetiştirilmesine katkı sağlayan insanlara selamlarımı sunarken bu yolda ebediyete intikal edenlere Rabbimden rahmet diliyorum.

Ekrem Toklucu

- - - -