Sayın bakanımızın samimiyetinden kuşkumuz elbette yok…Lakin, yaşama dair gerçeklerinin çeldirici etkisinden dolayı zaman zaman; “–Sayın Bakanımızdan hiçbir endişemiz yok, ama eğitim adına yine bir şeyler iyi gitmiyor, inanın korkuyoruz, endişelerimiz çoğalmaya başladı, bu defada doğru şeyler üzerine bir istikrar yakalanamaz ise…halimiz nice olur?  son şansı da kaçırmış oluruz…” gibi söylentiler çoğalmaya başladı. Yine de olumlu düşünmeye çalışsak ta bakanımızın konuşmalarında bilindik, kritik arızalara sürekli vurgu yapması özellikle eğitimcileri hem sevindiriyor, hem de endişelendiriyor. Sistem adına arıza üreten, davranış haline gelmiş uygulamaların gündemimizden muhakkak çıkması gerek. Sayın Bakanımızın Erzurum’da yaptığı konuşmanın kısa bir bölümünü aktarayım. Neden halen bu konunun ötesine geçemiyoruz? Sayın bakanımızın bu konuşmasının muhatabı kim? Diye sormak ve sorunun cevabını almak elbette herkesin hakkıdır. 

                   Ziya Öğretmenle Eğitim Buluşmaları Haziran 2019 Erzurum: “Bakın eğer bizim arkadaş, bizim tanıdık, bizim aşiretten akraba, bizim takımdan, bizim ekipten diye birlerini yönetici yaparsanız inanın iki dünyada mahvolursunuz. Niye biliyor musunuz? Bu bir emanettir de ondan…Emanet dediğin şey emin olan, emin olmakla meşhur olmuş olan, el emin olmakla temayüz etmiş olan gönül pusulanın tam akis iş yapmış olursun. En kıymetlisinin anahtarını, Kabe’nin anahtarını bir sahabeye değil de bir gayri Müslim aileye veriyorsun. Bütün sahabeler bekliyor, Kâbe’yi aldık, anahtarı kim, hangi kabile alacak diye. Hiç birine vermiyor. Gayri Müslime veriyor. Çünkü işin ehli onlar diyor. En kıymetlisinin anahtarını gayri Müslime verebilen bir medeniyet, kenar mahalledeki okulun anahtarını işin ehline veremiyor. O hale geldik. (dinleyicilerden yoğun alkış)… Niye önemsiyorum okul müdürünü biliyor musunuz? Bütün öğretmenlerimize yeterli yatırım yapmayınca, zaman ve para istiyor. En kestirme yok müdürlerden geçiyor. Eğer okul müdürü ehliyetli ise, o zaman o okul okul oluyor. Bir okul, müdürü kadar okuldur. Okul müdürü yetenekli ise, öğretmen odası huzur adası, barış adası oluyor(alkışlar)…”      

                   Eğitim Bilimleri/Eğitim Yönetimi alanında lisan/lisansüstü öğrenim gören tüm eğitimcilerin ortak sloganı/ifadesiydi: “Bir okul, müdürü kadar okuldur.” Bu slogan her yönüyle tartışmasız doğru bir gerçeğe ifade etmektedir. Lakin yıllardır motto/slogan tarzındaki ifadelerin içi her ne hikmetse doldurulamamaktadır. Sayın bakanımız, sistem içerisinde alışkanlık halini almış yanlış iş ve uygulamaların farkında. Çözüm üretmeye çalışmakta…Ancak, konuşmaları sanki üçüncü bir kişinin serzenişi gibi…Resmi/hukuksal noktada tüm yetkilerin bakanda olmasına karşın bakanımızın bu tür eleştiri/serzenişleri oldukça manidar bir durum. Kurumsan noktada kültür haline gelmiş ve sistemi tıkayan yanlış uygulamaların devre dışı kalması gerekir ki, eğitim adına doğru şeyler yapılabilsin. Bir sistemde ehliyet ve liyakat, hak ve hukuk gibi ana meselelere çözüm bulmaktan ziyade en yetkili ağızlar sürekli bu kavramların olmadığından bahsediyor iseler orada durup düşünmek bile gereksiz bir edim olarak değerlendirilmelidir. Özellikle eğitim sistemindeki kadrolamada, ehliyet ve liyakat sürekli ıskalanıyorsa, eğitim işinde doğru bir eksen belirlemek pek mümkün gözükmemektedir. Organizmayı canlı tutup hedeflere yürüyebilmek için, sağlıklı bir beyin/sinir fonksiyonlarının yanında; organizmayı tamir edecek dengeli bir kan akışı ve iskelet sistemine ihtiyaç vardır. Yani organizmanın temel işletim sisteminde kesinlikle arıza olmamalı. Ümidimiz doğru şeylerin yapılması için sayın bakana tüm yetkilerin verilmesi ve özellikle işini rahat yapmasına mani olabilecek tüm unsurların devre dışı bırakılması gerekir.

                   Sayın bakanın konuşmasında örnek verdiği olayın kısa özeti: “Mekke'nin Fethinden önce Mekke'nin anahtarı Osman Bin Talha’dadır. Kendisi Kâbe’nin temizliğini/bakımını yapar. Peygamberimiz (asm) içeri girmek istediğinde Hz. Ali anahtarı ondan alır ve içeri girerler. Bu esnada Osman Bin Talha Müslüman değildir. O esnada Peygamberimizin (asm) amcası Hz. Abbas Kabe’nin anahtarının kendisine verilmesini rica eder. Peygamberimiz (asm) de anahtarı amcasına verir. O esnada bir ayet iner. Ayette şöyle buyrulur: “Allahü teâlâ size emanetleri ehline vermenizi emreder...” (Nisa,58). Bunun üzerine Peygamberimiz anahtarı henüz Müslüman olmayan birisine yani Osman Bin Talha'ya verir. Peygamberimiz (asm) "Ey Osman! İşte kâbe’nin anahtarı! Bu gün iyilik ve vefa günüdür. Sen cahiliye zamanında bu vaizfeyi layıkıyla yaptın, inanıyorum ki şimdi daha güzel şekilde yaparsın…” buyurdular ve anahtarı herkesin huzurunda ona teslim etti. Bu büyüklüğü gören Osman Bin Talha Müslüman olur. (Ayetin tamamı: “Haberiniz olsun ki, Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size en güzel şekilde öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitir ve her şeyi hakkıyla bilir.") Görüldüğü üzere "işi ehline vermeyi" Kur'an-ı Kerim emrediyor.”

                   Sayın bakanın, bakan olmasının daha ilk saatinde yaptığım değerlendirmeyi yineleyeyim.  Köprüden önceki son çıkış. Selam ve muhabbetle…

Zafer Özer-Eğitimci