Ülkemizde özellikle son zamanlarda en çok konuşulan ve önem verilen konulardan birisi de eğitim sistemimizdir. Herkesin kendi yöntemi ve bakış açısıyla eleştirdiği eğitim sistemimize baktığımızda ise başarımızın gelişmiş ülkelere göre çok gerilerde olduğunu söyleyebiliriz.


Yeni Milli Eğitim Bakanımız ile birlikte oluşan yüksek motivasyon, yüksek beklenti ve umut dalgası başarıya yönelik bir dip dalgası olma yolunda hızla ilerlemektedir. Öyleyse; neye, nereden, nasıl başlamak gerekir sorusunun ipuçlarını Sayın Bakanımız ifade etmişlerdir. Bu işin mimarı öğretmenlerdir ve öğretmenden başlamak gerekir diye. Ayrıca, Ekim ayında açıklanacak olan üç yıllık programda da bunun detaylarını göreceğiz. 


Bu beklentiler içerisinde yeni bir adım atmak, yeni bir söz söylemek, farklı adımlar atmak ve bunun riskini alabilmek en zor iş olsa gerek. Çünkü eğitimcilerin beklentisi çerçevesinde pozitif desteğini alan bir irade (Bunu yakın tarihimizde Cumhurbaşkanımızın uygulamalarında ve ülkeyi dönüştürmedeki rolünde görebiliyoruz.) bu güce ve yetkinliğe sahiptir.


Unutmayalım ki, müzik değiştiğinde ritim de, oyun da değişiyor. Oyunun ve müziğin değişmesi için insanın kendisinin de değişmesi lazım. Oysa değişmeyenler ve dönüşmeyenler ağır ağır ölürler, kitap okuyamaz, müzik dinleyemez, vicdanlarında hoşgörü barındıramaz hale gelirler. Eğitimciler ise adalet ve merhametleriyle daha önemlisi çağı okumalarıyla var olan bir meslek grubudur.
Geleneksel eğitim ve düşünce biçimimiz yıllarca değişimin ve gelişimin önünde en büyük engel olmuştur. Bu yüzden farkındalıklar ve sıradışılıkların ortaya çıkmasına müsaade etmemiştir. Hep gelecek kaygısı ve bir kısım ikbal beklentileri ve buna dayalı oluşan korkular özgünlüklerimizi yok etmiştir.


Bunun için; 
1-Örgütsel motivasyon için sadece öğretmenlerimiz değil, eğitim camiasının bütün çalışanları ve okul toplumunun üyeleri dikkate alınmalı,


2-Günümüzde okulların en az 7 saat ders yaptığını ve programların ağırlığını en önemlisi de çocuklarımızın ekstra dersler ve uzun süreli sınavlara tabi tutulduğunu düşünürsek, bu çocuklarımızın çok devamsızlık yapması, psikolojilerinin bozulması normal bir durumdur. Bunun için ders saati sayısı ve programların içeriği acil olarak düzenlenmeli, milli bayramlarımız çocuklarımızın bayramı haline dönüştürülmeli, rutinden kurtarılmalıdır. Bunun örneği, 2004 yılında Eskişehir’de 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda yapılmış, tamamen sivil bir anlayışla, karnaval şeklinde, her türlü kültürel etkinliğin düzenlendiği bir anlayışla muhteşem bir katılımla çocuklarımızın bayramı olarak kutlanmıştır. Milli ve dini bayramlarımız bu milletin mana alemini oluşturan günleridir. 


3-Sınavla işi olmayan, çocuk çocukluğunu yaşasın diye düşünen, çocuğun mutluluğunu önemseyen, yaratıcılığının, öğrenme hevesinin üstüne titreyen bir okulun ders programında 5 dakikalık teneffüs olmamalıdır. 6 yaşındaki çocuk 40 dakika Türkçe dersi görüp, 5 dakika teneffüs yapıp, ardından 40 dakikalık matematik dersine giremez. Bu programların içine ne koyarsanız koyun, o çocuk öğrenmeden soğur. O, 40 dakikada ağzınızla kuş tutsanız  hiçbir yararı yoktur. Dünya üzerinde en tutkulu olduğunuz konu hakkında size 40+5+40 diye bir program yapsalar, kısa bir süre içinde ayaklarınız geri geri gitmeye başlar. Bu nedenle; eğitimde oldukça iyimser ve esnek davranarak çocukların bahçede, yemekhanede ve toplum içinde vakit geçirmesine çok önem verilmeli, arkadaşları ile sosyal bir ortam kurabilen, girişken, sorumluluk sahibi, psikolojik olarak sağlıklı ve bilinçli bir nesil yetişmesi daha önemlisi mutlu olmaları sağlanmalıdır.


4-Eğitimin temel yapı taşının öğretmenler olduğu düşünüldüğünde tüm öğretmenlerin en az yüksek lisansa sahip olmaları sağlanmalıdır. Aynı zamanda her öğretmenin haftada 2 saatlik hizmetiçi eğitim almak ve bu  eğitimlere katılmak zorunda olmaları gerekir. Bu ise öğretmenlerin geliştirilmesi ve yetiştirilmesine yönelik bir program dahilinde olabilecektir. Bunun için Eskişehir örneğinde olduğu gibi üniversitelerle anlaşmalar yapılmalı, öğretmenlerin akademik çalışma yapmalarına imkan sağlanmalıdır.


Üniversitelerin eğitim fakültelerine yüksek puanlı öğrencilerin girebilmesi için de ekonomik olarak (Cumhuriyet döneminde olduğu gibi) öğretmenlerin maaşları ve toplum içindeki statüleri bir tıp doktorundan farksız olmamalıdır.


Öğretmenlerin sisteme girişi için ise; üniversite mezuniyet ortalamalarına bakılarak yapılmalı, en iyi yüzde onluk dilime giren öğretmenlerin okullarda çalıştırılmasına izin verilmelidir. Ayrıca, mülakatsız bir öğretmen seçimi olmamalıdır. Bunun kaç safhalı olacağı hususu tartışılabilir. Ancak, mülakat=torpil=patronaj ilişkisi anlayışından kurtulmalı, eğitimde değer oluşturma önce ADALET’den geçer anlayışı hakim olmalıdır.


5- Tekdüze eğitim anlayışından vazgeçerek bölgesel ve okullar arası farklılıkları yok etme adına, imkanı olmayana daha çok yardım ederek ve daha fazla imkan sağlayarak (bunun içeriği Türkiye gerçeği üzerinden tartışılabilir), okul yöneticilerinin ve özellikle de il yöneticilerinin özgün uygulamalarına fırsat verilmelidir.
Ancak, bu özgünlükleri bir hırsa dönüştürmeden sadece başarı ve öne çıkma adına yaparak var olmaya çalışan yöneticiler, kendilerini durmadan yıpratan, hiçbir zaman doymayan, başarı için her yolu mubah diyecek kadar ilkelerinden uzaklaşabilen insanlar haline dönüşebilmektedir. Bunun için de bu durumdaki yöneticilere rehberlik edilmeli ve sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır.


Bunun eğitim sistemimizde örneklerini görmüşüzdür. Bu millet halkıyla birlikte olmayan, halkını aşağılayan egosu yüksek yönetici ve sanatçılardan çektiğini kimseden çekmemiştir.


Bir sergide Picasso General Franco ile karşılaşır ve aralarında şu muhabbet geçer.


Picasso, bir eserinde savaşı çizmiştir. General Franco görmüş ve sormuş: “Bu tabloyu siz mi yaptınız?”
-“Hayır efendim siz yaptınız, eserin gerçek sahibi sizsiniz” der. Bu aziz millet  bir gün  eğitimde bizim de tablomuzu çizecektir.
Bunun için Mevlana’nın ifade ettiği gibi;
Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağzım,
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…
Yeni şeyleri söyleme ve özellikle uygulama cesareti gösterenler yenilikleri arayanlardır.
İbn Rüşt’de der ki: Yumurta dıştan kırılırsa yaşam son bulur, içeriden kırılırsa yaşam başlar; zira önemli dönüşümler hep içten başlar.
Yeni şeyleri söyleyip ve söylediklerinin arkasında duranlar her zaman yumurtayı içeriden kırıp yaşama değer katanlar olacaktır.
Bu vesile ile 2018-2019 eğitim ve öğretim yılının eğitim camiamıza hayırlı olmasını diliyor, okulla oyunun bir araya getirildiği daha önemlisi çocuklarımız ve öğretmenlerimiz için umutlu ve mutlu bir yıl olmasını temenni ediyorum.

Not: Diğer yazılarımda, proje okullarında öğretmen ve öğrencilere yönelik, oluşturulması gereken, ’’Bilim Danışma Kurulları’’, yönetici seçimi ve yetiştirilmesi, teftiş sistemi ve geldiği nokta ile çözüm önerileri, model iller ve uygulamadaki özgünlükler, kendi gayretleriyle ayakta durmaya çalışan rehberlik mekanizması, illerin sorunlarının akademik olarak tespit edilerek çözüm önerilerinin geliştirilebilmesi, beyin çocuklarımızın sistemin içinde heder edilmesi, meslek liselerinin sanayisi gelişmiş olan illerimizde odalarla birlikte yönetilmesi ve ara insan gücü istihdamının sağlanması gibi konulara çözümleri ile değinmeye çalışacağım.

EKREM TOKLUCU/Eğitimci Yazar