Memleket isterim;
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu dizeleri zengin-fakir ayrımının olmadığı, kış günü herkesin evinin olduğu,  ekonomik gelişme ve kalkınmanın tam anlamıyla gerçekleştiği bir ülkeyi tanımladığı söylenebilir. Bu dizeler, bireylerin istihdamını, kaynakların eşit ve adaletli dağılımını, sosyal ve kültürel kalkınmışlığı ifade eder. Kalkınmış bir topluma dönüşebilmek için bir sıralama yapılsa; eğitim, bu sıralamanın neresinde kalır? Eğitim ile kalkınma, eğitim ile yaşam kalitesi, eğitim ile suç oranı gibi pek çok gösterge arasında anlamlı bir ilişki var mıdır? Bu sorular literatürde sıklıkla tartışılan konular arasında yer alır. Eğitim ve toplumsal kalkınma arasındaki ilişkinin hangi boyutta olduğunu nesnel verilere göre değerlendirmek gerekir.

Eğitilmiş işgücü, iyi bir üretici, iyi bir tüketici, iyi bir vatandaş olur mu? ‘İyi’ eğitim ile iyi hale gelen bağımlı değişkenler nelerdir? Örneğin, iyi eğitilmiş toplumlarda suç oranı azalır mı? İyi eğitilmiş toplumlarda yaşam standartları yüksek,  nüfusu az olan öz bir toplum yaratmak mümkün müdür? Bu noktada göze takılan ‘az’ kelimesi olabilir. Kişi başına düşen milli geliri yüksek, işsizlik oranının oldukça düşük, işsizlerin işsizlik sigortası ile rahatça geçinebildiği, liyakatin üst değer olduğu, hukukun üstünlüğünün esas olduğu toplumların genel olarak nüfus oranları da düşüktür. Çünkü eğitilmiş işgücünde doğurganlık oranı, doğal olarak azalmaktadır. Bu nedenle; nüfus, eğitim, sağlık, işsizlik, gelir dağılımı, üretim, tüketim, arz-talep dengesi, yasalar, değerler, ahlaki ve insani gelişim gibi bir toplumun maddi ve manevi tüm temel taşları eğitim ile doğrudan ilişkili midir? Bu gibi sorularla çoğu zaman hem derslerimizde hem de sohbetlerimizde sıklıkla karşılaşırız. Bu konuda yapılan araştırmaların hemen hemen hepsi eğitimin, kalkınmanın önemli bir belirleyicisi olduğunu göstermektedir. Aslında, kalkınmış ülkelerde, eğitim kalitesinin artırıldığı, artan eğitim kalitesi ile birlikte kalkınmışlığın da ivme katettiği ifade edilebilir.  Bu sebeple eğitim ve kalkınma birbirinin itici gücü ve destekçisi olmaktadır. Diğer taraftan, ekonomik açıdan güçlü olmak, kalkınmanın göstergesi olarak görülemez. Kalkınma ve gelişme arasındaki en önemli farklardan birisi budur. Geliştiği halde kalkınamayan pek çok toplum vardır. Gelişme, yani büyüme kavramı üretim artışını ifade ederken, kalkınma büyümenin yanı sıra ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısında olumlu yapısal değişmeleri ifade etmektedir (Akça, 2014). Toplumsal refah ve iyileşme demektir. Kültürel, politik, ekonomik ve eğitimsel içerikli bir kavram olan kalkınma, bir ülkenin vatandaşlarının daha iyi bir yaşam sürdürmelerini sağlar. Bir ülkede, kişi başına düşen milli gelirin artması yani büyüme, kalkınmanın göstergelerinden biridir, ancak tek başına kalkınmayı ifade etmez (Karakütük, 2012; Karataş ve Çankaya, 2010).

Bu aşamada akla gelen ilk soru şudur: Eğitim ile kalkınmışlık düzeyi arasında bir ilişki var mıdır? Öztürk’e (2005) göre eğitim, ülkelerin kalkınmışlık seviyelerini arttırmaktadır ve az gelişmiş ülkelerin ortak özellikleri olarak gösterilen eksiklikleri gidermede bu ülkelere yardımda bulunmaktadır. Buna göre eğitim; gelir düzeyinde artış yaratma, gelirin adil paylaşımını sağlama, emeğin verimliliğini arttırma, suç işleme oranlarında azalma, siyasal istikrar ve toplumsal dayanışmanın sağlanması, demokratikleşme, düşük doğurganlık ve bebek ölüm oranlarında düşme meydana gelmesi, teknoloji yaratma ve kullanımını kolaylaştırmanın sağlanmasında etkili olmaktadır. Bal’ın (2011, s. 6) araştırma sonuçlarına göre, Danimarka ve Yeni Zelanda gibi bazı OECD ülkelerinde yükseköğretim mezunu bireylerin gelirleri, ortaöğretim mezunlarına kıyasla %25 daha yüksek düzeydedir. Diğer ülkelerde bu fark daha dikkat çekici olup %120'ye kadar çıkabilmektedir. Ayrıca bireylerin eğitime harcadıkları her bir yıl için ekonomilerinde %3 ile %6 oranında üretim artışı olmaktadır. Bu açıdan incelendiğinde beşeri sermayenin, ekonomik büyümenin hem nedeni hem de sonucu olduğu ileri sürülebilir.

Toplumsal yaşamda suç ve suça eğilim ciddi bir sorundur ve kalkınma ile ters yönlü bir ilişkiyi akla getirir. Eğitim ile suç işleme oranı arasında nasıl bir ilişki vardır? Eğitim, bireyin toplumsallaşmasında güçlü bir sosyalleştirme aracı olmasının yanı sıra, ilişki ve davranış biçiminin oluşumunda da önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Özellikle, şiddet unsurlarını büyük ölçüde bünyesinde barındıran geleneksel yapılarda veya gruplarda, eğitim faktörünün bir toplumsal çözelti gibi fonksiyon icra ettiği görülmektedir (Kızmaz, 2004, s. 292). Eğitim seviyesi yükseldikçe bireylerin gelirlerinde meydana gelen artış bu durumu da etkilemektedir. Gelir seviyesi yükselen bir birey aynı zamanda hapse girerek geçirdiği zamanda kaybedeceği geliri ve statüyü düşünmektedir. Bu sebeple suç işleme oranlarında azalma meydana gelebilmektedir. Genel olarak eğitim seviyesinde meydana gelen bir artış ters orantılı olarak suç oranlarının azalmasında etkili olmaktadır. Suç işlemenin tek kaynağı ekonomik değildir. Pek çok kaynağı bulunmaktadır. Ancak eğitim, suç oranlarının azalmasında büyük oranda etki eden bir faktör olarak görülmektedir (Öztürk, 2005). Çocuk suçluluğu ile ilgili yapılan araştırma verileri ile polise intikal eden çocuk suç vakalarının verileri incelendiğinde, suç işleyen çocukların büyük bir kısmının gecekondu bölgelerinde ikamet ettiği ve bu bölgelerde yetiştiği anlaşılmaktadır (Gökçe, 2012; Yavuzer, 1990; Hancı, 1995). Bu sonuç, ülkemizdeki, kırsaldan kente göç sorununu ve bu sorunun kök nedenlerini ele almak gerektiğini göstermektedir. Özellikle batı ülkelerinde yapılmış araştırmalar okul olgusunun, suç çözümlemelerinde son derece önem taşıdığını ortaya koymaktadır. Okul kurumu sayesinde, bireyler yasal süreçler ekseninde sosyalleşerek belirli düzeyde bir hukuksal bilinç kazanmaktadırlar (Kızmaz, 2004).

Kalkınmış ülkelerdeki çalışma hayatları incelendiğinde, cinsiyete dayalı sorunların oldukça az düzeyde olduğu ileri sürülebilir. Cinsiyet eşitsizliği ve kız çocuklarının eğitilme durumu ekonomik gelişmeyi nasıl etkilemektedir? Klasen (1999, s. 23), gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde cinsiyet eşitsizliğinin ekonomik gelişmeyi azaltıp azaltmadığını ekonometrik araştırmalarla saptamaya çalışmış ve özellikle eğitimde var olan cinsiyet eşitsizliğinin ekonomik gelişmeyi engellemede doğrudan ve çok önemli bir etkisi olduğu sonucuna ulaşmıştır. Kadın-erkek arasında var olan eğitim eşitsizliği genel anlamda ortalama olarak o ülkenin insan kaynaklarının kalitesini düşürmektedir. Kadınların eğitim seviyesinin düşük olması, doğurganlık oranını artırmakta ve çocuk ölümlerinde artışa neden olmaktadır. Dolayısıyla bu faktörler de ekonomik gelişmeyi olumsuz yönde etkilemektedir. Beşeri sermayenin gelişimi ilk olarak kadının eğitim seviyesinin artmasını etkilerken, aynı zamanda kadınların ekonomik yaşama katılımlarını arttırmaktadır. Bu durum üretim yönünü de etkilemektedir. Başka bir anlatımla, kadınların eğitim seviyesi ve nüfus artışı, doğum ve bebek ölüm oranları arasında önemli bir ilişki bulunmaktadır. Düşük eğitimli kadınlarda çevresel etkilerden de kaynaklı olarak, ülke gelişimine olumsuz bir etki bulunmaktadırlar (Yumuşak, Bilen ve Ateş, 2013, s. 1095). Kadınların eğitim seviyesinde meydana gelen artış işgücüne katılım seviyelerini de arttırmaktadır. Ayrıca bu durum onların fikirlerinde değişiklik ve yaşamlarının pek çok alanında özerklik sağlamıştır. Bu bağlamda sağlık konusunda da pek çok farkındalık olmakta ve kadınların doğum kontrolü konusunda korunmaya yönelik teknolojileri kullanmasına olanak sağlanmaktadır (OECD, 2005, s. 27). Schultz’un (1993, ss. 68-76) analizinde eğitimli kadınlar ile eğitimli erkekler üzerinde durulmuş ve çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştır. Özellikle eğitilmiş kadınların sosyal hayata erkeklere oranla daha büyük katkı sağladıkları ortaya çıkmıştır. Çünkü eğitimli kadınlarla, toplumdaki çocuk ölümleri ve doğurganlık azalmakta, buna ilave olarak yeni yetişen çocuklar eğitimli annelerin etkisiyle hayata daha bilgili ve donanımlı başlayabilmektedirler. Kadınların eğitimli olmaları ve iş gücünde daha fazla istihdam edilmeleri, hem toplumdaki sosyal hayata hem de yeni kuşakların daha sağlıklı olarak topluma kazandırılmasını sağlamaktadır.

“Kadınların eğitilmiş olması, yeni nesillerin sağlıklı ve donanımlı olarak topluma kazandırılmasında etkili olduğuna göre,  eğitim ile sağlık göstergeleri arasında nasıl bir ilişki vardır?” sorusu üzerinde düşünmek gerekir.  Eğitim seviyesi yüksek bireylerden oluşan ülkelerde sağlık göstergeleri düşük eğitim seviyesine sahip ülkelere göre daha iyi durumdadır. Eğitim seviyesindeki yükselme azgelişmiş ülkeler açısından büyük önem taşımaktadır. Bu ülkelerde eğitim seviyesine bağlı olarak iyileşen sağlık koşulları üretim artışı da sağlamaktadır. Hindistan’da yapılmış olan bir araştırmada, bin kız çocuğunun ilköğretim kademesine ilave bir yıllık eğitiminin 32 bin dolara mal olduğu, ancak bu ilave eğitimin doğurganlık oranın azalması nedeniyle 75 bin dolar, çocuk ölümlerinin azalması nedeniyle 32 bin dolar, ölümcül hastalıkların azalması nedeniyle de 2 bin 300 dolar fayda yarattığı hesaplanmıştır (Self ve Grabowski, 2004, s. 53). Psacharopoulos’un (1995, s. 9) araştırma sonuçlarına göre, hastalıklı işgücü, gelişmekte olan ülkelerde %2,1 ile %6,5; gelişmiş ülkelerde %2 düzeyinde potansiyel gelir kaybına neden olmaktadır. Sağlıklı bireylerin daha iyi eğitebilecek olmaları ve eğitim yatırımlarından daha uzun süreli yararlanma imkânının doğacak olması, eğitim yanında sağlığa da önem verilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır (Becker, 1998; Bloom ve Canning, 2003). Diğer yandan, ülkelerin artan sağlık harcamaları, bireylerin işgücünü, yaşam süresini ve beklentisini de artırmaktadır (Herrin, 2000; Kelly, 1997). Ayrıca, eğitimli bireylerin sağlık konusunda daha duyarlı ve bilinçli olması beklenmektedir. Daha fazla eğitilmiş nüfusta doğurganlık hızı düşmekte ve böylece aileler çocuklarına daha fazla yatırım yapma imkânı bulmaktadır (Gülmez, 2009). Bilinçli ve bilgili bireylerin sağlıklı bir hayat sürebilmek adına entelektüel birikim yapmaları, gelir düzeylerine oranlı olarak önleyici tıp, beslenme gibi sağlıklı yaşam araçlarından faydalanmaları, toplumun kalkınma ve refahına fazlası ile katkıda bulunduğu görülmektedir. 

Sosyal ve kültürel hayat ile kalkınma ve eğitim nasıl ilişkilendirilebilir? Eğitilmiş insan gücünün yoğun olduğu ülkelerde, eğitilmiş insan gücü demokratikleşme ve kültürel faaliyetlerde ne tür değişme yaratmaktadır?  Eğitim-demokratikleşme arasındaki ilişkiyi belirleyen önemli başka bir unsur da kişilerin eğitim seviyesi ile oy kullanma arasındaki ilişki olmaktadır. ABD’de yapılan bir araştırmanın sonuçları, lise seviyesinden daha düşük seviyede eğitime sahip vatandaşlar arasında oy kullanma yüzdesinin sadece %23 olduğunu ve bu kişilerin de oylarını kullanırken en fazla reklam kampanyalarından etkilendiğini göstermektedir (Türkmen, 2002, s. 57). Büyükdüvenci’ye (1987) göre eğitim, toplumun kendini daha yüksek düzeyde ve daha iyi şekilde kanıtlaması için kullandığı bir araçtır. Süreç içinde toplumsal yapının farklılaşması ile birlikte ailelerin çocuklarına aktardıkları bilgiler yeterli olmamaya başlayınca eğitim, kamusal alanda farklılaşmış bir kurum niteliği kazanmaya başlamıştır. Bu bağlamda, eğitim ile birlikte kültürel faaliyetlerde gelişmektedir. Müzelerin çoğalması ve envanterlerinin genişletilmesi, kütüphanelerin yurt çapında yaygınlaşması, resim, sinema, tiyatro gibi sanatsal faaliyetlere verilen önemin artışı, eğitim seviyesinin artışına paralel olarak artmaktadır (Durgun, 2002). Ayrıca, eğitim ve sosyalleşmenin kesişim alanları olarak görülen halk kütüphaneleri açısından, Türkiye’de yaklaşık 50.000 kişiye bir halk kütüphanesi düşmektedir. Oysa Almanya’da bu rakam 6.000’dir. 2000’li yıllarda halk kütüphanelerine üye olanların oranı %1-2 arasındadır. Bu oran ABD, İngiltere, Finlandiya için yaklaşık %60 seviyesindedir. Gelişmiş ülkeler ile çok büyük bir farklılığın yaşandığı halk kütüphaneleri alanı kültürel yaşamımızın zayıflığını ve bu zayıflığın istikrarını yansıtmaktadır (Yılmaz, 2005). 

Ülkelerin eğitim sistemlerinde farklı kademeler uygulanmaktadır. Bu kademeler, paralel hat (her zümrenin kendi sosyal tabakası çerçevesinde eğitim görmesi; geçişlerin olmaması), çatal model (ilkokul seviyesinde eşitlik sonrasında kısa ve uzun dönem eğitimler), merdiven modelidir (meritokratik yapı sayesinde basamaklarla herkesin çabasına paralel olarak eğitimini devam ettirebilmesi) ve her ülkede bu modellerden biri uygulanır. Bizim ülkemizde tarihimize uzanan bir süreçte merdiven modeli uygulanmaktadır (Akyüz, 2012). Bu model günümüzde kalkınmış ülkelerin bazılarında benimsenmiştir. Bu açıdan ele alındığında “eğitim kademelerinin, bireysel ve toplumsal getirisi farklı mıdır?’ sorusu ile bir değerlendirme yapmak gerekir.  Psacharopoulos’un (1981) 45 ülkenin verileri ile gerçekleştirdiği araştırma sonuçları şöyledir:  (1) İlköğretim, hem bireysel hem de toplumsal anlamda en fazla getirisi olan eğitim düzeyidir, (2) Yükseköğretimin getirisi daha çok bireyseldir, (3) Bireysel ya da toplumsal anlamda eğitim yatırımlarının getirisi, fırsat maliyetlerinden %10 daha fazladır ve (4) Az gelişmiş ülkelerde eğitimin bireysel ve toplumsal getirisi, gelişmiş ülkelere kıyasla daha fazladır.  Tüm öğretim kademelerinin ortalama getirisi kadınlarda %9,8, erkeklerde ise %8.7 düzeyindedir. Buna göre, kadınların eğitimden elde ettikleri getiri, erkeklerin elde ettikleri getiriden daha yüksektir (Psacharopoulos ve Patrinos, 2002, s. 15). Çankaya’nın (2009, s. 110), yükseköğretimde okullaşma oranını beşeri sermaye göstergesi olarak kullandığı modelde, 1981-2006 dönemi için, Türkiye’de beşeri sermaye yatırımlarının ekonomik kalkınma sürecini fiziki sermaye yatırımlarından daha çok etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Beşeri sermaye yatırımlarında meydana gelebilecek %1’lik bir değişme kişi başına düşen reel GSYİH artış hızını %0,27 oranında etkilerken, fiziki sermaye yatırımlarında meydana gelebilecek %1’lik bir artış ise %0,05 oranında arttırmaktadır. Cengiz’in (2013, s. 115), 1980-2011 yılları arası, Japonya için beşeri sermaye ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi belirlemeye yönelik yaptığı araştırma sonuçlarına göre, eğitim harcamalarına yapılan %1’lik artış, reel kişi başı milli gelirde %0,55’lik bir artış sağlamaktadır. Bahsettiğimiz tüm veriler, eğitim kademelerindeki yatırımların tamamının, özellikle kadınların eğitiminin, ülkenin kalkınmasına istatiksel olarak ispatlanabilir düzeyde önemli bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Eğitim kademelerinin her bireye açık olduğu meritokratik merdiven modelinin, eğitimin kalkınmaya katkısını arttıran bir değerde olduğu söylenebilir. 

Sonuç olarak, eğitim ile kalkınma, eğitim ile doğurganlık, eğitim ile suç işleme, eğitim ile demokratik hakları kullanma, eğitim ile kültürel yapı, gazete ve kitap okuma oranı gibi pek çok gösterge arasında ilişki olduğu görülmektedir. Ülkemizde okuryazarlık oranı artmasına rağmen, işlevsel okuryazar oranı aynı düzeyde artmamaktadır. Bireyler okuma-yazma bilmelerine rağmen yeterli düzeyde gazete, kitap okumamakta, kültürel aktivitelere katılmamakta, elit ve entelektüel bir yaşam biçimi sergilememektedir. Demokratik haklarını kullanırken seçici davranmamakta, propagandaya ya da telkine dayalı karar vermektedir. Kırsal alan kültürünün baskın yaşandığı toplumlarda görülen önemli patolojilerden birisi de bilgiyi kaynağından değil de, sözel kaynaklardan öğrenmeye çalışmaktır. Sözel kaynakların dayanağı olmadığı gibi, ispatı ve çürütülmesi de hedef kitlenin yetkinlik düzeyi düştükçe imkânsız hale dönüşmektedir. Kentli olmak, kentte yaşamak değildir. Kentli olmak, kentli değerleri yaşam biçimi haline dönüştürmek ve değerlerle özdeşleşmektir. Hatta kültür yapısının kent ve kırsal olarak ayrışması bizim toplumumuza has bir patoloji olduğu söylenebilir. Kent ve kırsal yaşamın gerekleri elbette farklıdır. Fakat kültürel ve entelektüel gelişimin eşit şartlarda verilmesi, her iki yerleşim alanındaki nüfusun ortak değer ve kültür üretmesi eğitim ile sağlanabilecek bir durumdur. Bu bağlamda, kent ve kırsal alan farkının, 20. yy anlayışına dair demode bir kavram olduğu ileri sürülebilir. Değişimin ve dönüşümün belirleyicileri arasında eğitim kurumu gelmektedir. Kent ya da kırsalda,  kaliteli okul öğrencileri çok faktörlü yetiştirip onları hayata hazırlayabilir. Onların bilimsel düşünme becerilerini geliştirerek, kalkınma ve gelişmede aktif rol almasını sağlayabilir.  Kültürel, ekonomik ve sosyal kalkınmada lokomotif rolünü üstlenmelerini sağlayabilir. Başka bir anlatımla, ulusal kalkınmayı sağlayabilmek adına, teknolojik gelişmelerin, sağlık harcamalarının ve kültürel faaliyetlerin ekonomik bakımdan bir anlam ifade edebilmesi için, tüm eğitim kademelerinde, tüm yerleşim birimlerinde eşit olarak nitelikli bir eğitime ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkede yaşayan tüm bireylerin eğitim sürecinden geçirilerek, değişimin, gelişimin ve kalkınmanın itici gücü haline getirilmeleri mümkündür. Bu süreçte gözardı edilecek, ihmal edilecek ve nitelikli eğitimden mahrum bırakılacak bir tane bile vatandaşımız olmamalıdır. 
Kaynakça
Akça, F. (2014). Beşeri sermayenin ekonomik büyümeye etkisi: Türkiye üzerine bir uygulama. Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas.
Akyüz,  Y. (2012). Türk eğitim tarihi. Ankara: Pegem.
Bal, O. (2011). Beşeri sermaye ve ekonomik gelişme. Uluslararası Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi. http://akademikpersonel.kocaeli.edu.tr sayfasından erişilmiştir.
Becker, G. S.  (1998). Human capital and poverty. Religion & Liberty, 8(1), 5-7.
Bloom, D., & Canning, D. (2003) The health and poverty of nations: From theory to practice. Journal of Human Development, 4(1), 47-71. 10.1080/1464988032000051487
Büyükdüvenci, S. (1987). Eğitim sosyolojisine giriş. Ankara: Yargıçoğlu.
Cengiz, O. (2013). Beşeri sermayenin ekonomik büyümeye etkisi: Japonya üzerine bir uygulama. Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
Çankaya, E. (2009). Türkiye’de beşeri sermaye ve ekonomik büyüme ilişkisi. Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muğla.
Durgun, Ö. (2002). Küreselleşen dünyada kalkınma süreci bağlamında eğitim harcamaları ve Türkiye örneği. Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul.
Gökçe, B. (2012). Toplumsal bilimlerde araştırma. Ankara: Savaş. 
Gülmez, A. (2009). Endojen büyüme teorileri kapsamında Türkiye ve Güney Kore’de ekonomik büyümenin karşılaştırmalı analizi. Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
Hancı, H. (1995). Gecekondulaşma ve çocuk suçluluğu. Adli Tıp Dergisi, 11, 55-62.
Herrin, A. N. (2000).  Health and demographic transitions and economic growth in East Asian countries. In J. L. H. Tan (Ed.), Human Capital formation as an engine of growth: The East Asian experience (pp. 79-172). Singapore: ISEAS.
Karakütük, K. (2012). Eğitim planlaması. Ankara: Elhan. 
Karataş, M., & Çankaya, E. (2010). İktisadi kalkınma sürecinde beşeri sermayeye ilişkin bir inceleme. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(3), 29-55.
Kelly, T. (1997). Public expenditures and growth. The Journal of Development Studies, 34(1), 60-84. 10.1080/00220389708422503
Kızmaz, Z. (2004). Öğrenim düzeyi ve suç: Suç-okul ilişkisi üzerine sosyolojik bir araştırma. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 14(2), 291-319.
Klasen, S. (1999). Does gender inequality reduce growth and development? Evidence from cross-country regressions. Gender and Development Working Paper Series, No: 7, Washington, D.C.: The World Bank.
OECD (2005). Trends and determinants of fertility rates in OECD countries: The Role of Ploicies. Social, Employment and Migration Working Papers.
Öztürk, N. (2005). İktisadi kalkınmada eğitimin rolü. Sosyo Ekonomi Dergisi, 1, 27-44.
Psacharopoulos, G. (1981). Returns to education: An updated international comparison. Comparative Education, 17(3), 321-341.
Psacharopoulos, G. (1995). Building human capital for better lives. Washington, D.C.: The World Bank.
Psacharopoulos, G., & Patrinos, H. (2002). Returns to investment in education: A further update. World Bank Policy Research Working Paper, 2881.
Petrov G.(2016), Beyaz zambaklar ülkesi Koridor yayıncılık, İstanbul, (çev. Elnur Osmanov)
Schultz, P.  (1993). Women’s education in developing countries. Returns to women’s education, M. King & A. Hill (Ed). The Johns Hopkins University Press, London, ss.58-78.
Self, S., & Grabowsky, R. (2004). Does education at all levels cause growth? India, a case study. Economics of Education Review, 23, 47–55.
Türkmen, F. (2002). Eğitimin ekonomik ve sosyal faydaları ve Türkiye’de eğitim ekonomik büyüme ilişkisinin araştırılması. DPT Uzmanlık Tezleri.
Yavuzer, H. (1990). Çocuk ve suç. Ankara: Remzi.
Yılmaz, B. (2005).Türkiye'deki kültürel yaşam: Sayısal bir değerlendirme. Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi, 561, 66-68.
Yumuşak, İ. G., Bilen, M., & Ateş, H. (2013). The impacts of gender inequality in education on economic growth in Turkey. Procedia-Social and Behavioral Sciences, 103(26), 1093-1103.