"Seçimler kavga aracı olmasın. Komşunuzun, akrabanızın kalbini kırmayın. Seçimler bitecek, yine birbirinizin yüzüne bakacaksınız..." (M. Yazıcıoğlu)

                 Biliyorsunuz ki, bu seçimde de dünyayı düzeltecek hiçbir iddiam ve gücüm olmadığı için  mebusluğa ve Cumhur reisliğine aday olmadım. Kendime, aileme ve muhatap olduğum kişilerle sağlıklı ilişkiler dairesinde faydalı olabilmek en büyük hedefim. Bir de işimi yaparken kimsenin hakkına hukukuna zarara gelmemesi temel şiarımdır. Aday olanlara başarılar dilemenin gereksiz/numaradan bir tavır olduğunu bildiğim için bir şey dilemiyorum. (Geleneksel tavırla hayırlısını dileyerek) Bunun yanında bazı tavsiye ve hatırlatmaları yinelemenin faydalı olduğunu düşünüyorum.

                 Öncelikle, bu bir seçimdir. Yani demokratik yönetim şeklinin bir usulüdir. Her vatandaş kendi bilgisi, birikimi, ölçüleri ve yönelimlerine göre tercihini kullanacaktır. Yaşamım boyunca ailem dahil kimsenin tercihine müdahil olmadım. Sadece düşüncelerimi gerekçeli bir şekilde izah ettim. Başka birinin özgür iradesiyle yapmış olduğu tercihe müdahil olmak, benim anlayışımda ahlaki bir tavır değildir.  Bizler aynı ülkenin fertleriyiz. Demokratik usulün kurallarına göre işlemesi ve neticesinin kabullenilmesi en temel ahlaki sorumluluktur. Bundan dolayı:

                 1-Seçimin kuralına uygun şaibesiz bir şekilde tamamlanması için önce yetkililerin sonra da vatandaşların en temel görevidir. Seçime zerrece hile karıştıranların herhangi bir değer kaygısı taşıdıklarını düşünmüyorum. Bu işin sağlıklı yürütülmesi yasal ve ahlaki anlamda biz zorunluluktur.

                 2-Seçim sonucunda ortaya çıkan tabloyu herkesin olgunlukla ve normal olarak kabullenmesi de ahlaki bir vazifedir. Burada kim seçilirse seçilsin ona/onlara karşı saygı göstermek ve kabullenilmek demokrasinin/insanlığın gereğidir. Kimse ne kutsanmıştır, ne de melundur. İşini kurallara göre yapan herkes saygındır. Bu bilince ulaşmak zorundayız.

                 3-Asıl sıkıntı, ortaya çıkan tablo sonucu nasıl bir haleti ruhiye ve toplumsal özellik göstereceğimiz hususudur. Travma/düşmanlığı andıran taraf ve muhalif olma halini seçim sonrası toprağa gömmediğimiz sürece (biraz aşırı ama) daha iyi bir ülkeyi inşa etmemiz mümkün gözükmemektedir. Başımızı sürekli taşlara vurmamıza rağmen bir türlü kendimiz gibi düşünmeyeni dışlayışı tavırlarla yok etmeye çalışma haletinden kurtulamayışımızın sebeplerini ve çözümlerini bulmak zorundayız.  Seçim bir savaş değil; siyasi bir rekabet… Ülke yerinde duruyor. Bu ülke hepimizin, Ülkeyi yönetenler zaten kendi çıkardıkları yasalar çerçevesinde ülkeyi yönetmek zorundalar. Hukuk devletinde yasalara uymama diye bir şeyden söz etmek mümkün değildir. Bizler aramızda oluşan husumeti aklıselim olarak düşünürsek inanın mantıklı bir gerekçe bulamayız.

                 4-İleri çağdaş demokratik rejimin en belirgin/ayırt edici özelliği katılımcı olmasının yanında, belli/yasal organlar vasıtasıyla sürekli denetlenebilir olmasıdır. Herkes yasalar önünde eşittir. Kimse imtiyazlı değildir. Bu husus, her vatandaş için en kritik/hayati bir özelliktir. Herkes yaslara uyduğu takdirde kendini güvende hissedebilmelidir.  Böyle bir durum yoksa orada temelli problemlerin var olduğu aşikardır. Devleti yönetenlerin öncelikle bu güveni zedeleyen durum ve uygulamaların nedenlerini araştırıp katılımcı bir şekilde çözüm üretmeleri gerekir.  

                 5-Kısaca denilebilir ki,  seçim sonrasında ülkeyi yönetenler kalıcı ögeler değildirler. Hepsi geçicidir. Kalıcı olan bu milletin rahatı ve huzurudur. Bunu sağlamak sadece yönetenlerin işi değil, herkesin görevidir. Duygusallıktan uzak, duyum ve manipülasyonlarla değil rasyonel bir zihinle olayları değerlendirme aşamasına geçerek, toplumsal yapımızı bozan gereksiz cebelleşmelerden arınarak “ortak bir akıl/duyarlılık” inşa edip daha müreffeh bir ülke olmayı hedeflemekten başka çıkar yolumuzun olmadığını bilmemiz gerekir. Selam ve muhabbetle…