Öncelikle 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe girişiminde şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralı vatandaşlarımıza da acil şifalar dileyerek eğitim sistemimizle ilgili birkaç tespitimi sizlerle paylaşmak istiyorum. 

15 Temmuz darbe girişiminden sonra “Su uyur düşman uyumaz.” atasözümüzde vurgulanan durum ile tekrar karşılaştık. İç hainlerle el ele veren dış güçler veya üst akıl, ülkemizi uçurumun kenarına getirdi. Halkımızın engin sağduyusu ve ilk andan itibaren darbeye canı pahasına karşı durması ve Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliği ile darbeyi atlatmış görünüyoruz.  

Şu soruları hep birlikte sorup cevaplarını bulmamız gerekiyor. Periyodik olarak neden darbelere maruz kalıyoruz? Darbeciler her seferinde kendilerini destekleyecek paralel, dikey ya da yamuk bir yapıyı nasıl buluyor? Şimdiye kadar çok iyi eğitim aldığı, yaşıtları içinden seçilerek belli makamlara geldiği düşünülen bu insanlar, kendi iradelerini yok sayarak birilerine nasıl teslim oluyorlar? İnsanlar gözünü kırpmadan kendilerine teslim edilen silahlarla kendi halkına, bağımsızlığının temsili Türkiye Büyük Millet Meclisine, polisine, meslektaşlarına ve tüm halka uçaklarla, tanklarla nasıl ateş edebiliyorlar? 

Milli Eğitim Temel Kanununda belirtilen hür ve bilimsel düşünce gücüne sahip insanların nasıl yetiştirileceği sorunu, en az darbe girişimi kadar önemli ve tüm açıklığıyla karşımızda durmaktadır. İrade kullanamayan, karar veremeyen, özgür düşünemeyen insanların oluşturduğu toplumlar her türlü negatif ortamlarla ya da durumlarla karşılaşmaya mahkûmdurlar. Eğitim meselesi, istiklal ve istikbal meselesinin göbeğine oturmuş gözükmektedir. Nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin veremediği erdem ve mutluluğu, ne olduğu belli olmayan bir cemaat yapılanmasının verebileceği düşünülüyor? Eğitim sisteminde hedefi, çocukları hür ve bilimsel düşünceye değil de birilerine benzemeye yönelttiğinizde, çıktılar ülkemizde de görüldüğü gibi mankurtlaşabiliyor. Birey olamamış, kişilik ve karakteri gelişmemiş insanlar kolaylıkla bir gruba dahil olup kendilerini grup kimliğiyle özdeşleştirebilip akıl ve duygularını hiç kullanmadan insanlıktan çıkabiliyorlar.

Bu durumlarla karşılaşmak istemiyorsak, eğitim sistemimizin hangi temeller üzerinde yükselmesi gerektiğini düşünmek zorundayız. Bu bağlamda bazı öneriler sunulabilir: 

1.    Öncelikle öğrencilerin mutlu ve erdemli bireyler olmaları amaçlanmalıdır. İrade sahibi olma, iradesini kullanma ve beynini başkalarına kiralamama eğitimde esas olmalıdır. Bizden olsun çamurdan olsun mantığı yerine; düşünsün, irdelesin, bağımsız olsun kimden olursa olsun düşüncesi hakim olmalıdır. 

2.    Sürekli öğrenen, düşünen, üreten, problem çözme becerisi gelişmiş, kendini etkili şekilde ifade edebilen, analitik düşünme becerileri gelişmiş, toplumsal ve evrensel konulara duyarlı, kendisiyle barışık, özgüven ve cesaret sahibi bireyler yetiştirmek eğitim sisteminin temel hedefi olmalıdır. Okumuşlarda görmediğimiz bu anlayış, tankların karşısında duran, ancak bazılarının göbeğini kaşıyan diye alay ettiği halkımızda fazlasıyla mevcuttur. Bu bakımdan, ontolojik olarak bu değerleri geliştirip daha ileriye götürmesi beklenen eğitim sistemimiz topyekûn sınıfta kalmıştır. Darbeye karşı çıkanlar kendilerini ifade ederken “Simit sattık, vatanı satmadık.”, “Ev kira ama memleket bizim.” diye dünyayı şaşkınlığa uğratan bir vatanseverlikle ülkelerine sahip çıkmışlardır. Düşünsel derinliği olmadan, reform yapıyoruz denilerek, ait olma duygularını geliştiren milli unsurlar eğitim sisteminden sökülüp alınmasına rağmen (andımız gibi), kişisel değer, yaşantı ve deneyimleriyle ya da damarlarındaki asil kanı kullanarak dış oyunları anlayıp karşı koymasını bilmişlerdir.

3.    Hayır diyebilen, seçenekler yaratan ve kendi seçtiklerinin arkasında durabilen bir nesil yetiştirmek şu veya bu cemaate körü körüne itaat etmekle sağlanacak bir durum değildir. En önemli gayesi, ailesi için ekmek parası kazanmak olan dar gelirli pek çok vatandaşımızın kendisini ifade etmek ve vatanı savunmak adına yaptıkları birçok okumuş karar vericinin tercihlerinin çok çok üstündedir. Sorunu görmelerine rağmen görmezden gelenler, yok sayanlar, hep devlet kademesinde makam sahibidirler. Ancak yoksul halk, eşsiz sağduyusuyla doğru ya da yanlışı bunlardan daha iyi ayırabilmektedir.

4.    Hak, hukuk, adalet ve kul hakkı kavramlarını gerçek anlamda içselleştiren, takiyyeden uzak bireyler yetiştirmek eğitim sistemimizin bir önceliği olmalıdır. Yıllarca çaldıkları sorularla, girdikleri sınavlarda pek çok garibanın hakkını gasp ederek makam ve mevki sahibi olan darbeci hırsızlar bu topluma ait olmadıklarını açıkça göstermişlerdir. Vatansız din anlayışının olmayacağını da ağır bir tecrübeyle öğrenmiş bulunuyoruz. Benim vatanım seccademi serdiğim yerdir diyerek milletin vatan ve millet duygularını yok edenler, ülkemizi de yok etmeye çalışmışlar, düşmanla iş birliği yapmaktan çekinmemişlerdir.

5.    Büyük Atatürk “Zafer zafer benim diyebilenlerindir.” demektedir. Kendi ile barışık olmayan ve öz güveni düşük bireylerin teknik bilgilerinin işe yaramayacağı açıktır. Bilgi; güven, çalışma ve cesaret ile beslenirse gelişir. Eğitim sistemimiz kendine güveni önemli bir değer olarak kabul etmeli, milli ve evrensel değerleri tüm uygulamalarının yol göstericisi olarak görmelidir. 

6.    Türk milleti tarihin en karanlık anlarında bile azim ve kararlılığı ile kendini var edecek güç ve kudreti her zaman yine kedinde bulmuştur. Yaşanan olumsuzluklar milleti birbirine bağlayan, kemikleştiren, öz değerlerine tekrar yönelmesini sağlayan fırsatlar olarak görülmelidir. Bu bağlamda yaşanan darbe girişimi, halkımızı tekrar bütünleştirmiş ve siyaset başta olmak üzere tüm kurumlarda birlik ve bütünlüğün önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu durumun devamlılığını sağlayabilmek adına yeterlik ve liyakat bürokrasinin tek ölçütü olmalıdır. İnsanları sizden bizden diye ayıranlar süratle ayıklanmalı ve iş ehline teslim edilmelidir. Türkiye’nin bu potansiyeli vardır. Her hayırda bir şer, her şerde bir hayır olduğu düşüncesinden hareketle içimize kapanmadan bir grubu tasviye ederken, diğer grupların da tuzağına düşmeden çeşitliliği sağlayacak bir bürokratik yapıyla güçlenerek yolumuza devam etmeliyiz.