Kültürümüzde çocuklar:

Benim akıllı oğlum.

Benim akıllı kızım.

Zekâ küpü torunum.

Akıllı yeğenim.

Gibi ifadelerle sevilmektedir. Akıllı olmak, akıllı davranmak, akıllı işler yapmak, kültürümüzde onaylanan, övülen, takdirle karşılanan bir davranış örüntüsüdür. Anne-babaların çocuklarını, öğretmenlerin öğrencilerini akıllısın, yeteneklisin diye övmelerinin amacı; çocuklarının akıllı olduklarını düşünmeye başladıkları zaman, akıllı davranışlar sergileyeceklerine yönelik kabullerinden kaynaklanır. Aynı şekilde her gün kendinize aynanın karşısında zayıfım demenizle, herkesin size zayıfsın demesiyle zayıflamadığınız gibi, her gün akıllısın denildiğinde de akıllı olma olasılığınız oldukça düşüktür.

Dweck (1998) yaptığı araştırmasında, beşinci sınıfta öğrenim gören 128 öğrenciye çözmeleri için bir bulmaca verdi. Bulmacayı çözdükten sonra bazı öğrenciler zeki oldukları bazıları da sıkı çalıştıkları için övüldüler. Daha sonra öğrencilerden “çok fazla şey öğrenebilecekleri” ancak daha zor olan ikinci bir görevi ya da ilkine benzer basit bir görevi seçmeleri istendi. “Zeki” olarak nitelendirilen öğrencilerin yüzde altmış yedisi “kolay” olan görevi seçtiler; “sıkı çalıştıkları” için övülen çocukların yüzde doksan ikisi ise daha zor olan görevi seçtiler (akt. Suskind, 2018, s. 118). Dweck’in araştırmasına benzer olarak, sonuç merkezli dönüt alanalrın değil, süreç merkezli dönüt alanalrın daha başarılı olduğunu, sınavda İngilizce’den 100 alan öğrenciye “Aferin” “Akıllısın” gibi yapılan övgülerin motive edici olmadığını, “Sınavda başarılı olan öğrenciye, uzun süre çalışabiliyorsun. Dikkatli çalışıyorsun.” övgülerini yapmanın daha kalıcı ve daha motive edici olduğu bilinmektedir.

Akıllısın unvanına sahip çocukların davranışları, Afrika’daki “ceylan – çita” ilişkisine benzetilmektedir. Saatte 113 km hızla koşan çita ile göz göze gelen ceylan kaçmayıp olduğu yerde sıçrayıp artistik hareketler yapmaktadır. Ceylan çitaya şu mesajı vermektedir: Hey! Sen saatte 113 km hızla koşabilirsin. Ama bana bak. Seni gördüğüm halde kaçmadım. Demek ki senden daha hızlı koşabiliyorum. Çita: Ceylan haklı olabilir. Beni görünce kaçabilirdi ama sabit kaldı. Demek ki kendisine güveniyor. Bunu kovalar yakalayamazsam aç kalıp ölebilirim. En iyisi mi ben başka avlara bakayım.” Ceylanın yaptığı davranış “Handikap psikolojisi” olarak tanımlanmaktadır. (Bolat, 2017). Ceylan risk alarak Afrika’nın vahşi doğasında yaşama şansını elde etmiştir. Çocuklar da aynı riski, çevresindeki çita özelliği gösteren anne-baba, öğretmen ve akrabalarına karşı almakta ve başarısız olmanın temellerini atmaktadır. “Sen akıllısın. “ ifadesi, çabayı ortadan kaldırmaktadır. Akıllıyım, çalıştım ve başarısız oldum. O halde akıllı değilim. Ya da çalışır başarısız olursam, akıllı olma unvanımı kaybedebilirim. En iyisi ben çalışmayayım ve büyüklerim benim için: Çok akıllı bir çocuk. Çalışsa çok başarılı olacak.” desinler. Ben de süreci bu şekilde götüreyim algısına yönelebilmektedirler.

“Handikap Psikolojisi”nden öğrencileri kurtarmanın yolu, başarıya giden yolda verilen çabayı, mücadeleyi övmek ve onların “yılmazlık”, “kararlılık” ve “dayanıklılık” kapasitelerini geliştirmektir. Öğrenciye “zeki” ya da “akıllı” unvanı vermek, emek sarf etmeden kazanılan bir durumu ifade eder. Öğrenci herhangi bir şeyi öğrenirken başarısız olma halinde demek ki yeterince zeki değilim algısına kapılır. Zekâyı sabit, değişmez olarak ele aldığı için makus talihini değiştirmek için çaba göstermez. Öğrencilere şu örneği vermek, doğru yönlendirilmelerinde önemli rol oynar. “Obezite olanlar ilk antrenman yapmaya başladıkları zaman, nefes nefese kalır ve aşırı derecede terler. Terlemelerinin ve nefes nefese kalmalarının nedeni, antrenmansız olmalarıdır. Düzenli antrenman yapar, yediklerine, içtiklerine dikkat ederlerse, zamanla nefes nefese kalmamaya, aşırı terlememeye ve zayıflamaya başlar. Bu sonucu ortaya çıkaracak olan ısrarla yapılan düzenli antrenmandır. Zekâ da böyledir. Öğrenci herhangi bir konuyu ilk öğrenmeye başladığı zaman, öğrenemez, anlayamaz hatta ilk sınavda başarısız dahi olabilir. Bu durum, obezite olanın nefes nefese kalmasına benzer. İstikrarlı bir biçimde çalıştıkça, zekâ antrenman yaptıkça öğrenme kapasitesi de artar. Bu sebeple öğrencilere zekâyı anlatırken, zekâyı vücudumuzdaki kaslara benzetin. Yeterli düzeyde yapılan antrenman nasıl kaslarımızı geliştiriyorsa, yeterli düzeyde yapılan çalışma da zekâmızı geliştirmekte ve daha iyi, daha kolay ve daha kalıcı öğrenme ortaya çıkmaktadır. Dweck (1998) bu konuyu “sabit” zihniyete karşı “gelişim zihniyeti” görüşü ile açıklamaktadır. “Gelişim zihniyeti” zekânın zorluklarla güçlendiğine inanırken ”sabit zihniyet”, yeteneklerin ve zekânın mutlak ve değişmez olduğuna inanmaktadır. Akıllısındır ya da değilsindir. Yapabilirsin ya da yapamazsın. Çoğunlukla “hediye” olarak “zekisin!”, “her şeyi yapabilirsin” şeklindeki övgülerle büyümek, sabit bir zihniyetle sonuçlanır ve engellerle yüzleşmekten ve bu engelleri aşmak için savaşmaktan bireyleri alıkoyar.

Chicago Üniversitesi’nden Levine, Susan ve Dweck erken çocukluk döneminde övgünün etkilerini araştırmak için “Uzun Süreli Dil Gelişim Projesi”nin bir parçası olarak yürütülen çalışmada, bir ile üç yaş arasındaki çocukların anne-babalarından aldıkları övgü türlerini incelediler. Beş yıl sonra, zihinsel büyümelerinin sabit olup olmadığını görmek için çocukları boylamsal bir araştırma ile takip ettiler. Araştırmanın sonucunda, süreç temelli övgü alan çocukların yedi ile sekiz yaşlarında hayatı için gelişim zihniyetine sahip olma olasılıklarının çok yüksek olduğu, matematik ve okuma başarısının akranlarının üzerine çıktığı görüldü. Elde edilen bulgular genel olarak bu çocukların başarılarının yoğun çalışma ve zorlukların üstesinden gelinmesi olduğuna ve çaba sarf ederek yeteneklerini geliştirebileceklerine inanma eğiliminde olduklarını göstermektedir.

Zekâları övülen çocukların, başarısızlık yaşama durumlarında etik dışı davranış sergileme oranları daha yüksektir.” Benim kızım çok akıllı”, diyen annenin kızı matematik dersinde 100 üzerinden 20 aldığında 80 aldım diyebilir. Bu şekilde yalan söylemesinin nedeni, “zeki” unvanını kaybetme kaygısı ve korkusudur. Aynı zamanda bu çocukların arkadaşlarıyla yoğun rekabete girdikleri, kopya çekmeye yatkın oldukları, arkadaşlarıyla çatışma yatkın oldukları bilinmektedir.

Sonuç olarak, öğrenciyi övmek, onun daha fazla başarısını artırmamaktadır. Bilâkis daha edilgen ve daha çok kalıp yargılara bağımlı hale gelmelerine sebep olmaktadır. Öğrencilere başarının çabaya bağlı kılındığını, doğru yöntemle çalışması halinde istediği başarıyı elde edebileceğine inanması sağlanmalıdır. Başarının altındaki anahtar sözcüklerin; başarı-çalışma, başarı-dayanıklılık-yılmazlık” olduğu kavratılmalıdır. Öğrencinin davranışlarını “öz düzenleme ve yürütücü işlevle” dengelendiği zaman, başarının önündeki olası engellerin ortadan kaldırılabileceği anlatılmalıdır. Başarmak için çok zeki olmaya gerek olmadığı, çok çalışmanın ve hedefe odaklanmanın başarmada etkili olduğu bilinci çocuklara küçük yaşlarda kazandırılmalıdır. Çocuklara 0-36 aylık olduğu dönemden başlayarak dinleme, izleme, anlama, anlatma (sözlü-yazılı), okuma ve yönerge takip etme becerisi kazandırılmalıdır. Çocukların duygusal zekâ düzeyleri artırılmalı, yılmazlık ve dayanıklılık becerisi kazandırılmalıdır. Bilgi dünyasında çocukların başarısı için, çocukları savaşçı yetiştirmenin gerektiği asla unutulmamalıdır.

Kaynaklar

Bolat, Ö. (2017). Zeki Çocuklar Neden Çalışmaz. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ozgur-bolat/zeki-cocuklar-neden-calismaz-40578270 (Erişim tarihi 29 Mart 2018).

Suskind, D. (2018). Otuz Milyon Kelime. İstanbul: Buzdağı Yayınları.