İki hafta önce Ege’de bir ilçede cuma namazı kılmak için gitmiştim. Caminin içerisinde yer kalmadığı için hasırdan yapılmış seccadelerin üzerinde, şadırvanın yanında imam efendinin Cuma hutbesini dinliyordum. Caminin kapısında orta yaşlı bir adam belirdi. Kambur vaziyette yürüyordu. Sol elinin parmakları ile burnunun ucunu sıkıyor, sağ elinin avuç içini burnunun deliklerinin altında tutuyordu. Beyefendiyi bu halde görünce muhtemelen burnu kanıyor, diye düşündüm. Şadırvana gelip yeniden abdest almaya başlayınca, anladım ki, caminin içinde abdest bozmuş, abdestinin gaz kaçırmayla değil de, burun kanamasıyla meydana geldiği izlenimi vererek cami dışına çıkmıştı. Beyefendi kendisi gibi kâinatın son dinine inanan insanlarla, Allah’ın mabedinde, kendi dindaşlarına yaşadığı bir biyolojik durumu rahatça paylaşamıyordu. Belli ki utanıyordu. Yüzü kızarmıştı. Herkesin kendisiyle alay edeceğini düşünerek, yaygın tabiriyle burnu kanıyor izlenimi yaratarak cami dışına çıkmıştı. Çok ilginç, bir önceki hafta gittiğim Cuma namazında da 13 yaşlarındaki bir erkek çocuk aynı davranışla dışarı çıkıp, abdest tazeleyip camiye girmişti. Bu çocuk daha yolun başındaydı. Ona abdest bozduğu için utanması gerektiğini, utanmamak için burun kanaması numarasını yapması gerektiğini kim öğretmişti? Birbirine güvenen toplumlarda, bireyler birbirine daha açık ve daha dürüst olması gerekmez mi? Din kibirli olmayı, insanlara tepeden bakmayı, riyayı, yalanı, iftirayı ve alay etmeyi yasaklamaz mı? Birbirine güvenen toplumlarda, bireyler daha açık ve daha samimi olmaz mı?

Bazı camilerin şadırvanlarında, muslukların demirle kaynatıldığını görüyorum. Herhalde bazı kişiler gelip caminin musluklarını çalıyor. Müslümanlar, başka Müslümanların, caminin musluklarını çalmaması için, muslukları beton zemine demirle kaynak yaptırıyor. Müslüman hırsızlık yapar mı? Müslüman Allah’ın evine ait musluğu çalar mı? Müslümanlar neden birbirilerine güvenmiyor?

Camilerin içinde kilitli ayakkabılıklar var. Camiye gelenler ayakkabılarını kilitli olan ayakkabılıklara bırakıyor ve anahtarını alıp camiye giriyor. Bu durum İslam ile bağdaşmıyor. Camide namaz kılan kişilerin ayakkabıları ya camiye gelenler ya da camide namaz kılınırken cami dışından gelenler tarafından çalınıyor. Ayakkabısının çalınacağını düşünen ya da bu durumu kanıksayanlar, İslam’ın özüne uygun davranışta bulunmuyor. Müslüman’a kazandırılması gereken bir davranışla değil, polisiye bir tedbirle önlem almaya çalışıyor… Müslüman camiye gelirken ya da Müslümanların bulunduğu bölgede yaşarken malının çalınmayacağına ve can güvenliğinin tehlikede olmadığına inanması gerekir.

Camilerin içerisinde yardım toplamak için oluşturulmuş kilitli kasalar var. Muhtemelen bu kilitli kasalar, bir heyetin önünde açılıyor ve tutanakla toplanan meblağ tespit ediliyor. Camide yardım işleri bu şekilde gidiyorsa, algıda önemli bir sorun var demektir… Camiyi teslim ettiğimiz din görevlisine güvenmiyorsak, insanlara İslam’ın yüceliğini nasıl anlatabiliriz?

Bir TV kanalında Yemen’de çekilmiş bir belgesel izlemiştim. 12 yaşlarında bir erkek çocuk, köyden görünen bir tarlada çalışan babasına öğle yemeği götürecekti. Annesi çocuğu eşeğe bindirdi, sırtına kaleşnikof tüfek, beline de bir kama yerleştirdi. Daha sonra da babasını göstererek, öğle yemeğini babana götür, dedi. Çocuğa kaleşnikof tüfek veren anne, bu güvenlik tedbirlerini kimin için alıyordu? Müslüman ve pedofili hastası olma ihtimali yüksek komşusundan mı çocuğunu koruyordu? Bir Müslüman çocuğunu Müslüman bir kardeşine emanet edemez mi? Müslüman güvenilir bir kimse değil mi? Bir İlahiyat Fakültesinin dekanı gazeteye şöyle bir beyanat vermişti: Karımı ve kızımı yalnız başına Mekke’ye göndermem ama Roma’ya gönderirim… İfade çok ağırdı. Dekan ne demek istemişti?

Türkiye, Dünya Değerler Araştırmasının 2005-2014 döneminde yapıldığı 29 ülke içinde sondan üçüncü sırada. Türklerin yalnız yüzde 8’i diğer insanlara güvendiğini belirtiyor. Bu oran ABD’de yüzde 37, Avustralya’da yüzde 49, İsveç’te ise yüzde 63. Başka bir anlatımla, biz Türkler neredeyse, sadece ailemizin içindekilere güvenebilirken, İsveçliler ülkelerinin yarısından fazlasını kendi ailesi gibi görüyor, onlara güvenebiliyor. İnsanların birbirlerine rahatlıkla güvenebildiği ülkelerde, öngörülebilirlik artıyor, işlem maliyetleri düşüyor, iş yapmak daha kolay oluyor, kurumlar daha iyi çalışıyor, yolsuzluk daha az oluyor, verimlilik yükseliyor. Türkler neden birbirine güvenmiyor? Konulu makalesinde Çağlar (2015) kentleşmenin hızlı olması, hukukun üstünlüğünün sağlanamaması, gelir dağılımının bozuk olması, dindarlığın etkisinin olduğunu ileri sürmektedir. Nicel veriler incelendiğinde, kentleşme arttıkça birbirine güven düşüyor, hukukun üstünlüğüne olan güven düştükçe bireylerin birbirine olan güvenleri de düşüyor, gelir dağılımındaki adaletsizlik arttıkça güven düşüyor ve dinin günlük hayattaki etkisi arttıkça güven düzeyinde düşme meydana geliyor. Protestanlarda dinin günlük yaşantıya olan etkisi arttıkça güven artarken, Katolik, Ortodoks ve Müslümanlarda dinin günlük hayattaki etkisi arttıkça, bireylerin birbirine olan güven katsayısında da düşme meydana geliyor.

Sonuç olarak, İslam, kayıtsız şartsız Allah’a teslim olmaktır. Engelleyerek, kısıtlayarak, kilit vurarak, kâinatın son tevhid dinini yaşayamaz yaşatamazsınız. Müslümanlara ayakkabıları çalmamayı, muslukları demirle duvara kaynak yapmadan korumayı, bir çocuğa kol kanat germeyi ve İslam peygamberi gibi Muhammed’ül Emin (En emin insan) olmayı öğretmeniz gerekir. Yasak ve engellemelerle yaşanan ve içselleştirilmeyen İslam sembolik bir kimliğin dışında asla bir yaşam biçimi, değer sistemi haline gelemez. Bu süreçte inanan herkes de bu sorumluluktan kurtulamaz. Müslümanlar birbirinin sözüne, davranışına, imanına, yaptığı hesaba, yaptığı sınava ve sattığı malın ayıplı olmadığına inanması gerekir. Hatta Müslüman olmayanlar da Müslümanların adaletine ve güvenilir olduğuna inanması önemlidir. Okulda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde öğrencilere bunlar öğretilmeli ve içselleştirmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca hukukun üstünlüğü alınan hukuki kararlarla, kentleşmenin hızlı ve yıkıcı etkisi azaltılarak, gelir dağılımındaki kısmi adaletsizlik ortadan kaldırılarak, din merkezli değil ama ahlak merkezli paylaşımları artırarak birbirine güvenen bir toplum haline gelebiliriz.

Kaynaklar

Çağlar, E. (2015) Türkler neden Birbirine Güvenmez? http://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/5273/Turkler+neden+birbirine+guvenmez (20 Temmuz 2018 tarihinde erişilmiştir).

Dünya Değerler Araştırması Beşinci Dalga (2005-2009) ve Altıncı Dalga (2010-2014). http://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/5273/Turkler+neden+birbirine+guvenmez (20 Temmuz 2018 tarihinde erişilmiştir).