Enver Paşa, Türk-İslâm tarihi açısından başlı başına bir olaydır (fenomen) dostlar. Hayâlperest, aklı bir karış havada gibi sunulan (lanse edilen) bu gözü pek Türk subayı söz konusu olduğunda eller vicdanlara konulmalı; “Yiğidi öldür, ama hakkını yeme.” atasözü kulaklara küpe yapılmalıdır. Zira “Zaten mukadder olan ölümden korkarak köpek gibi yaşarsak hem geçmişlerimizin, hem de geleceklerimizin la’netlerine müstahak oluruz.” deyip ölüme meydan okuyarak, deli dolu bir hayat süren bu kahraman Türk çocuğuna edilecek hitap -bize göre- “delikanlı” sıfatıdır.

Söze, Enver Paşa ile başlamaktan muradımız “söz büyüğün” düsturundan ilham alarak yaş haddini göz önünde bulundurmamızdır elbette. Mustafa Kemal dendiğinde ise “Sarı Paşa” efsanesinin yazıya nasıl döküleceğine dair bir muamma şakaklarımızın zonklama sebebidir. Öncesi de olmakla birlikte, ülkenin kara bahtını aydınlatmak için Batı’dan, Gelibolu tepelerinin ardından doğan bir güneştir Mustafa Kemal.

Enver Paşa’nın eline silahını alıp Makedonya dağlarına çıkmasından; saraydan kız alıp “damat” olmasından bahsetmeyeceğiz canlar. Kemal Paşa’nın, dayısının çitliğinde karga kovalamasını; “Fikriye”sini de pelesenk etmeyeceğiz dilimize. Zaten tarih kitaplarımız bunları tekerrür edip durmaktadır. Biz yazılmayanlardan, üzeri örtülmeye çalışılan tarihî gerçeklerden söz edeceğiz sizlere. Çünkü ciğeri beş para etmezlere bile iade-i itibarı münasip gören yönetenlerimizin ve yönetilenlerimizin artık Enver Paşa’yı rahat bırakmalarının; Enver Paşa ile Mustafa Kemal’in dostluğuna, kardeşliğine gölge etmekten vazgeçmelerinin zamanı gelmiş de geçmiştir bile. Enver Paşa da artık saygıyla anılmalıdır bu topraklarda.

Bildiğiniz gibi Viyana bozgunu, 93 Harbi… diye giden süreç Devlet-i Âli’nin (Osmanlı) zayıflamasına, gerilemesine yol açmıştır. Bir nevi yaralı aslana dönen Devlet-i Âli’nin (Osmanlı) bu durumundan istifade etmek isteyen Batılı devletler ise sırtlanlar gibi saldırmıştır Türk ülkesine. Bu hayâsızca akınlardan biri de İtalyanların, Batı Trablus’a (Trablusgarp/Libya) saldırısıdır. Devlet-i Âli (Osmanlı), hukukî temelden yoksun bu saldırıya ordusu ile müdahale edemez. Mısır’ı ilhak eden İngilizler, İtalya ile işbirliği yaparak, Türk ordusunun kara harekâtına izin vermez. Kara ordusu olmadan, deniz harekâtının başarılı olması da mümkün görünmez. Yapılacak bir şey kalmıştır ve dönemin Türk Genelkurmay’ı onu yapar. Bir orduya bedel on bir vatan evladını gönderir. Başlarında Enver (Paşa) vardır. Yoldaşları ise Albay Neşet Bey, Yüzbaşı Mustafa Kemal, Kuşçubaşı Eşref, Nuri Conker, Ali Fethi Okyar, Enver Bey’in amcası Halil Kut, Enver Bey’in kardeşi Nuri Killigil, Süleyman Askerî ve diğer yiğitler… Teşkilat-ı Mahsusa üyesi bu bir avuç gözü pek subay, Batı Trablus’ta bulunan az sayıdaki Türk askeri ile 1517’den sonraki yıllarda Kuzey Afrika’ya sürgün/zorunlu iskân edilen -kimi kaynaklarda 200 bin çadır oldukları söylenen- hatta 1700’lerin başından 1830’lara kadar bölgede bir beylik de kurmuş olan Karamanoğlu Avşarlarını ve bir kısım Arap aşiretlerini örgütleyerek (Batı Trablus Savaşı’nda bir kısım Arap aşiretleri de İtalyanlarla işbirliği yapmıştır ne yazık ki!.) mücadeleye başlarlar. Öyle ki Libya’yı, İtalyanlara dar ederler. Kuzey Afrikalı Müslümanlar kazandıkları bu özgüvenle sonraki yıllarda millî bağımsızlık hareketlerini başlatıp; Emir Abdülkadirlerin, Abdülmaliklerin, Ömer Şeriflerin, Şeyh İdrislerin önderliğinde Batılı sömürgecileri (emperyalist) ülkelerinden defedeceklerdir. Hatta yakın tarihte Libya’da meydana gelen iç savaş sırasında Bingazi, Derne ve Tobruk kentlerindeki mücahitlerin kullandığı ay-yıldızlı bayrak da Teşkilat-ı Mahsusa’nın dolayısı ile Türklerin yadigârıdır ve 1969 darbesine kadar ülkenin resmî bayrağı olarak göndere çekilmiştir.

Yeri gelmişken bir kahramanlık öyküsünden daha bahsedelim sizlere. Batı Trablus’ta (Trablusgarp), özellikle de Tobruk ve Derme’de muharebeler pek çetin geçmiştir. Yüzbaşı olarak başladığı muharebelere binbaşı olarak devam eden Mustafa Kemal, elinde Revolver marka tabanca ile sokak savaşı yaparken, bir el bombasının yakınında patlaması sonucu sol gözünden yaralanır. İlerleyen günlerde gözü kan çanağına dönüp, kör olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca, arkadaşlarının özellikle de Enver Paşa’nın zoruyla Bulgaristan’a giderek, Sofya’da Avrupaî usullerde yeni açılmış bir hastanede tedavi olur. Mustafa Kemal’in bir yıl kadar süren “ataşemiliterlik” görevinin içyüzü budur cancağızlar. Ne diyelim “deccal” diyenler utansın.

Başkomutan Enver Paşa’nın, onlarca yıldır gerileyen, hırpalanan dahası dün kapısında yamak olan Balkan devletçiklerine bile yenilen Osmanlı ordusunu alıp birkaç yıl içinde şaha kaldırdığı tarihi bir vakadır. Zira bu ordu Kut’ül Amâra’da İngiliz ordusunu esir almıştır. Bu ordu, Çanakkale’de destan yazmıştır. Kurtuluş Savaşını zaferle taçlandıran ruh biraz da Çanakkale’de kazanılan o ruhtur bize göre. Dahası Talat Paşa’nın, her yere yetişmeye çalışan Enver Paşa’ya “Sana bir şey olursa ne yapacağız?” demesi üzerine “Mustafa Kemal'den başkası bu orduyu idare edemez." diyerek, halefini işaret etmesi ile Sultan Vahideddin’in “Paşa, Paşa bu ülkeyi ancak sen kurtarabilirsin!” diyerek, Mustafa Kemal’e Anadolu’nun yanık bağrını göstermesinin tesadüf olmadığı da ortadadır. Zira Çanakkale’de doğan güneş Anadolu’yu ışıtmaya başlamıştır artık. Bir diğer güneş de Türkistan bozkırlarını aydınlatmak için yollardadır. Ve bir bayram sabahında, daha bayram namazını bile kılmaya fırsat bulamadan baskın yapan Rus birliklerine karşı savaşa girmiş; kimi kaynaklarda yalın kılıç, kimi kaynaklarda beylik tabancası ile gerçekte ise her ikisiyle birden Rusların makineli tüfek bataryasının üzerine at sürdüğü bir anda kalbine isabet eden bir kör kurşun onu, Hakk’ın rahmetine kavuşturmuştur. Çocuk yaşta tutulduğu vatan-millet aşkı için, delişmen kalbinden bir kez daha vurulmuş; bir Kurban Bayramında, vatan için kurban olmuştur. Enver Paşa şehit olmuştur.

Bize göre Enver Paşa ile Kemal Paşa iki kardeş, iki dost dahası bir elmanın iki yarısıdır. Onlar, son Osmanlı; son Osmanlı Paşalarıdır. Aralarında görev bölümü yaparak; biri Türkiye’nin, diğeri Türkistan’ın istiklâli (ve dahi Turan) için bütün varlığını ortaya koymuştur. Ve bu kutsal gaye uğruna biri şehit olmuştur, diğeri gâzi… Dahası Anadolu’da yokluklar içinde devam eden İstiklâl Harbine (Bağımsızlık Savaşı) destek sağlamak için Türkistan’da yardım kampanyaları tertip eden de yine Enver Paşa’dan başkası değildir. Ne diyelim, “hain” diyenler utansın.

Evet canlar! Gözünü budaktan sakınmayan bu iki vatan evladının; biri Gökoğuz (Gagavuz) diğeri Avşar olan, ikisi de Oğuz Kağan nesli bu iki kahramanın ruhlarının şad, mekânlarının cennet olması için birer Fatiha göndermeden önce sözü bu kez Gâzi’ye bırakalım:

—“Enver, bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb (gurup, günbatımı) ihtişamıyla batmıştır, arasını tarihe bırakalım."

Aziz Dolu Atabey

Serik-28.03.2009

(Düzenleme:04.08.2018)

Türk Dünyası

http://www.facebook.com/groups/guzelulke/