Bilgi toplumunda 21.yüzyılın yeni üretim dinamikleri, geleneksel anlayışlarımızı, kurumların yönetim yapılarını ve işleyişlerini farklılaştırdığı gibi eğitim paradigmalarını da yeniden sorgulatmış ve değişikliğe gitmelerini sağlayarak eğitim anlayışlarını yeniden şekillendirmiştir.

Bu yeni şekillenme ile eğitim, “öğrencilerin öğrenme profili hakkında farkındalık yaratılması yoluyla, öğrenme stillerinin tespit edilerek daha üst zihinsel yeteneklerinin ortaya çıkarılıp geliştirilmesi ve değişen şartlara uyum gösterebileceği bilgi, beceri ve davranışları sürekli olarak yenileyebilmesi için uygun öğrenme ortamlarının oluşturulması süreci.”olarak görülmeye başlanmış ve okul ile yaşam iç içe düşünülmüştür.

Bilgi toplumuna ulaşmadaki süreçte bilgi tabanlı değişim hareketleri bireylerin eğitimden beklentilerini de değiştirmiştir. Bu yönüyle, bilgi toplumu ve küreselleşme sürecinde değişen değerler ve teknoljinin etkin kullanılması yeni eğitim paradigmasını oluşturmuştur.

Bu eğitim paradigması çerçevesinde bireylere bilgiler öğretme, öğrettiği bilgileri kullanma, bunları yaşama aktarma ve yeni durumlara uyum sağlamarak bilgiyi üretime dönüştürmeyi hedef almışlardır.Ayrıca, eğitim programlarında, öğretim teknik ve yöntemlerinde, değerlendirme aşamasındaki ölçme araçları ile üretim ile iç içe tasarlanmış okul anlayışlarındaki değişimlerde görmek mümkündür.

Çağımızda ise gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde eğitimin amaçlarının yeniden belirlenmeye çalışıldığı, okulların işleyişini yeniden tanımlamanın bir zorunluluk haline geldiğini görmekteyiz. Bu zorunluluğun en büyük sebeplerinden birisi de toplumsal yapıdaki “inanç, değer ve tekniklerin” değişmiş bu ise yeni anlayışları doğurmuştur.

Bu bağlamda yeni anlayışlarla birlikte OECD üyesi ülkeler ve diğer katılımcı ülkelerdeki (dünya ekonomisinin yaklaşık olarak %90’ı) öğrencilerin bilgi ve beceri düzeylerini ölçmek ve öğrencilerin bilgi ve beceri düzeyleriyle karşılaştırmak, eğitim düzeyinin yükseltilmesi amacıyla standartlar oluşturmak (örneğin ülkeler tarafından elde edilen ortalama puanlar, ülkelerin eğitim çıktıları ve eğitim fırsatlarında eşitliği en yüksek düzeyde sağlama kapasiteleri) ve eğitim sistemlerinin güçlü ve zayıf yönlerini belirlemek için yapılan PISA sınavı ile dünya çapında matematik ve fen eğitim öğretiminin gelişmesine yardımcı olan ve katılımcı ülkelere aşağıdaki soruların cevaplarını bulmasına yardımcı olan TIMSS sınavında ülkemiz dolayısyla eğitim sistemimiz çok gerilerde yer almıştır.

Bu eğitim anlayışı ile gelişmiş, üreten ve dünyada söz sahibi olan ve ilk on ülke arasında yer almamız mümkün müdür? Öyleyse eğitimde biz neden beklentimiz oranında başarılı olamıyoruz sorusunu bir an önce kendimize sormamız gerekirken acaba okuduğunu anlamayan, öğrendiği bilgiyi yaşama aktaramayan öğrencilerin olmasında okullarımızdaki teknoloji kullanımının etkisi var mıdır?Diye sorarken dünyada teknolojiden uzak ve yaşam ile iç içe geçmiş okullarının başarısını dikkate almamız gerekir.

Bunun en ilginç ve popüler bir örneğini farklılıklarıyla gündemde olan, başarı ve mutluluk üzerine inşa edilmiş ABD’deki "Waldorf School of the Peninsula" okulunu görmekteyiz.

ABD’deki dünyanın ultra zengin adamlarının ve E-Bay, Google, Apple, Yahoo ve Hewlett-Packard gibi teknoloji devlerinin çocuklarını okuduğu bir okul.

Bu okulu tercih etmelerinin nedeni ise; "eski usul eğitim" yani bu okulda bilgisayar, laptop, ya da tablet gibi hiçbir teknolojik alet bulunmazken bizde her sınıfa akıllı tahta ve her çocuğa tablet vermeye çalıştığımız düşünüldüğünde bu okulda akıllı tahtalar yerine eski kara tahtalar, tebeşirler,kağıt kalem gibi tamamen çocuğun tüm becerilerini ortaya koyacak eski malzemeler kullanıldığını görüyoruz.

Ayrıca, örgü ve dikiş iğneleri yapılan el işleri gibi bazen de çamurla aktivitelerin yanında çocuğun el becerilerini geliştiren dersleri görmekteyiz. Bunlara ek olarak bolca oyun odaklı öğrenme ve bunları hikayeleştirerek anlatmaya yönelik aktiviteler vardır. Dolayısıyla; çocuklar, yemek yapmak, dikiş dikmek, bahçede çalışmak ve heykel yapmak dahil bir çok konuda eğitim almaktadırlar.

Waldorf eğitim sistemine göre; el becerileri ve atlama, zıplama, tırmanma gibi hareket becerileri yüksek olan öğrencilerin olması hedeflenmektedir. Bunun neticesinde de zengin ve varlıklı, teknoloji ile iç içe olan dünyanın en akıllı telefonlarını ve bilgisayarlarını üreten bu insanların eski usul eğitim ile çocuklarını teknolojiden uzak tutarak bunların el becerisinden zeka gelişimine kadar her şekilde katkı sağladığına inanarak "Waldorf School of the Peninsula’’ bu okulu tercih etmektedirler.

Bu okulda, bilgisayarlar ya da akıllı tahtalar yerine çocuklar eski kara tahtalar, renkli tebeşirler, kağıt ve kalem ile derslere katılırken, bizim eğitim sistemimizde bir çok aile, çocuklarına daha iyi bir eğitim sağlamak için akıllı tahtalar ve her türlü teknolojik aletlerin olduğu okulları tercih etmekte, okullarımız ise bunları övünç kaynağı yapmaktadır.


Kızı bu okula giden Google’ın üst düzey yöneticilerinden Alan Eagle “Bir uygulamanın ya da iPad’in çocuğuma okumayı ya da matematiği daha iyi öğreteceği fikri çok saçma” diyor. Eagle’a göre teknoloji sonradan kolaylıkla öğrenebilecek bir şey ve küçük yaşta çocuklara bunu öğretmenin hiçbir faydası yok demektedir.

Ancak, bilinen bir gerçek var ki teknolojik her cihaz çocukları zeka tembelliğine yol açmakta ve bunlarla haşir neşir olan çocukların radyasyona maruz kalmakta, öğrenmek için teknolojiye bağımlı kalarak insanlarla ilişki kurma ve empati oluşturma konusunda sorun yaşamakta, yazma alışkanlıkları ile dil gelişiminin olumsuz yönde etkilemektedir. Bu şekilde hem Türkçe grameri konusunda zayıf kalan, kitap okuma alışkanlıklarını kaybeden ve kelime dağarcığı sınırlı bir nesil yetişmektedir. Diğer taraftan da obeziteye yatkın ve daha saldırgan bir ruh hali içinde olmalarını sağladığı çocuklara yönelik yapılan araştırmalarda da görülmektedir.

Ailelerimizin bu konuda yeteri kadar bilgi sahibi olmaması, tercihimizi doğallıktan ve teknoloji dışı eğitimden yana kullanmamız nedeniyle de çocuklarımız risk altındadır. Çocuklarımızın klaveyeyi iyi kullanması yada mouse iyi hareket ettirmesi, onun zihnini harekete geçirecek, el becerilerini ortaya koyacak her türlü etkinlikten alıkoyacaktır.Bunun sonucunda da gün geçtikçe beden ve beyin tembeli olan bir nesil meydana gelecektir.

Amerika’daki bu varlıklı insanlar eski usul okulu tercih ederken çocuklarını da aynı zamanda çağın hastalıklarından ve çocuklarının mutluluğuna engel olan teknolojiden uzak tutarken bu liselerden mezun olan öğrencilerin %94’ünün de ABD’nin en iyi üniversitelerine kabul edildiği görülmüştür.

Sonuç olarak; Türkiye,kendi eğitim modelini oluşturarak çocukların özgünlüğü, temel disiplinlere dayalı özgür hareket etmelerini ve düşünmelerini destekleyen, farklı yaklaşımları benimsemezse (esneklik, orijinallik ve mutlu olmalarını önemseyen, daha önce yapılmamış şeyleri yapabilme fırsatı veren eğitim ortamlarında ve yeteneklerine göre öğrenme stillerine uygun olarak yetiştirmezse) geleceğin dünyasında yer alamayacaktır.Topçu’nun her şey okulda başlar ve okulda yıkılır anlayışı çerçevesinde ‘’MİLLİ MEKTEP’’i inşa ederek, gençliğe hayat aşısı veren ve yaşam alanı olarak tasarlanan bir mektebin oluşturulmasıyla milletimiz, düşünme ve üretim sahasında seferber edilebilecektir.

EkremToklucu
Eğitimci-Yazar